Stoikler ve Diyojen
Posted: Tue Jan 18, 2011 2:37 pm
Cengiz abi ben burdayim
Son zamanlarda felaket sekilde Stoiklerin felsefelerine kafayi taktim. Bunu en iyi dile getiren Fransiz felsefe profesöru Pierre Hadot. Eger imkaniniz olursa Pierre Hadot'nun 'Philosophy as a way of life' , Plotinius, What is ancient philosophy gibi kitaplarini okuyun.
http://www.amazon.com/Pierre-Hadot/e/B0 ... r_dp_pel_1
Arkadaslar o dönemin filozoflari (modern dunyanin insaninin anlamasi cok guc) sefalet altinda, onca sorunla basbasa icabinda köle olarak satilarak bile nasil mutlu olunacagini tartismis ve bunun yöntemlerini göstermis dusunurler. Bahsettigim ilk kitap bu yöntemleri de anlatiyor. Kisaca iki cikis noktalari var:
1)Kaliciligi olmayan yani gecici iyi seylerin pesinden kosmamak
2)kacinilmasi mumkun olmayan kötu seylerden kacmamak ve onlarla yuzleserek yasayabilmek.
Yani kisacasi kalici ve yuce olan degerleri yakalayabilmek (tabii bunlarin hepsi sonucta etik sorununa geliyor). Simdi alta bunlarin en cilgini ve ucugu Diyojen'in hayat felsefesi ve acaip komik ayni zamanda dusundurucu konusmalarini koyuyorum. Lutfen okuyun vaktiniz olunca.
Diyojen (Diogenes), M.Ö. 412 - M.Ö. 320 yılları arasında yaşamış olan ve kendine yetme ile sadelik ilkelerine dayanan Kinik yaşam biçiminin öncülerinden Sinop'lu çileci düşünürdür.
Hakkında doğruluğu kuşkulu pek çok öykü anlatılan Diyojen'in gündüzleri Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşarak, dürüst bir adam aradığı söylenir.
Atina'da gelenekçiliğe karşı tavır almış, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşımsal ölçü ve inanışların çoğunun boş olduğunu göstermeyi ve insanları yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır.
Ona göre, sade bir yaşam tarzı, sadelikten başka, örgütlenmiş, dolayısıyla uzlaşımsal toplumların görenek ve yasalarını da önemsememek anlamına gelir. Diyojen, doğaya aykırı bir kurum olan ailenin yerini, kadınların ve erkeklerin tek bir eşe bağlı olmadığı, çocukların ise bütün toplumun sorumluluğunda bulunduğu doğal bir durumun alması gerektiğini savunmuştur.
Diyojen yoksulluk içinde yaşadığı, halka açık yerlerde yatıp kalktığı ve yiyeceğini dilenerek topladığı halde, herkesin aynı şekilde yaşaması gerektiğini savunmamıştır. Onun tek amacı, kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermek olmuştur. Bunun kaynağı bilgeliktir, Diyojen insanı erdemli yapmaya yaradığı için yalnızca bilgeliğe değer verir, öteki uygarlık değerlerini ise saçma, gereksiz ve anlamsız olarak reddeder.
*Diyojen'in savunduğu yaşam tarzının ilk ilkesi "kendine yetme", yani kişinin mutluluk için gerekli her şeyi kendi içinde taşıyabilmesi ilkesidir.
* İkinci ilke olan "utanmazlık", kendi başına zararsız olan bazı eylemlerin hiçbir şekilde yapılamayacağını öne süren uzlaşımları umursamamak anlamına gelir. Bu ilkeden yola çıkarak yerleşik davranış kalıplarına uymadığı için, kendi açısından sade ve doğal, toplumsal değerler açısındansa sefil denebilecek bir yaşam sürer.
Sinop'ta dünyaya gelmiştir. Babası Sinop'tan sürüldüğü için babasıyla birlikte Atina'ya yerleşmek zorunda kalmıştır. Tarihte Sinoplu Diogenes (Diyojen diye okunur) diye ün yapan bu Kinik filozofun MÖ. 411 ya da 412 yılında doğduğu söylenmektedir. Kalpazan olarak sürülen babasının asıl mesleği kuyumculuktur. Ancak parayı çok sevdiğinden kalpazanlıkla uğraşmaktaymış.
Diogen, Atina'da umduğunu bulamamış, babası ile çok sıkıntı çekmiş, sefalet içinde yaşamıştır. Hantishene'i tanımadan önceki hayatı sefalettir, açlık, rezillik ve korkunç sıkıntılarla ilgili günlerin anıları içindedir; dostsuz, arkadaşsız ve himayesiz kalan bu kişi farelere imrenecek kadar yokluklar içinde kalmış, bir gün yiyecek bulmak için koşturan bir fareyi görünce: ” hele bak bu hayvan Atinalıların mutfağına girmeyi biliyor da ben onların sofralarına oturamamak talihsizliğindeyim” diye bağırmıştır. Ve o andan itibaren hayvanların yaşamını doğaya daha uygun bularak onların yaşamına özenmiş. Bu arada Antishene'in doğaya uygun yaşama çağrısını işitmiş ve ona koşmuştur.
Diogen bir sürgündü, kötü bir suçla suçlanmış bir adamın oğlu idi, her yerde ve herkes tarafından itilmiş, terzil edilmiş, hakaret ve istihkarla karşılaşmış; sefaletin her çeşidini tatmıştır. Onda güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret vardı. Üstelik çok iyi konuşuyordu, üstün ve pırıl pırıl bir zekaya sahipti. Bütün bunlar Antishene'in bu öğrencisine kendi felsefe ve öğretisini telkin, onu eğitmek için yeterlidir.
Özel hayatında fakirlikten başka bir şey yoktu. Çok zaman kirli ve pis elbisesi ile ayrıca köpek derisine benzeyen mantosu ile dolaşır, geceleri heykel diplerinde ve sokak köşelerinde yatardı. Bir keşkülü, bir fıçısı ve bir sopası vardı. Fıçının içinde yaşaması herkesi şaşırtıyor, kendisine sual soranlara da köpek olduğunu söylüyordu. Fıçısından başka bir de çanağı vardı, başka eşya kullanmıyordu. Fakat bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu görünce, elindeki maşrapa çanağı kırıp attı ve bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti diye söylene söylene uzaklaştı.
Diogen aşırı gururlu bir insandı ve herkesi küçümserdi. (!) Sıradan insanlardan nefret eder ve hepsini o derece küçük görürdü ki, bir öğle vakti elinde fener “bir adam arıyorum” diye bağırarak Atina sokaklarında dolaşmış, böylece Atina'da adam görmediğini anlatmak istemiş. Her şeye rağmen Atina'da sayılan bir insandı, krallar bile onun ilmine, zekasına ve kişiliğine hürmet ederlerdi. Corinth'e gelen Büyük İskender, Diogen'i ziyaret etti ve bir dileği olup olmadığını sordu. O ise bu soruya “evet var, gölge etme başka ihsan istemem” yanıtını verdi.
Kış günleri çıplak ayaklarla karlar üzerinde dolaşır, donmuş heykelleri kucaklar, vücuduna zulüm ederdi. Eflatun (Plato), ona Çılgın Sokrat (Socrates) derdi. Servet ve varlık düşmanı idi ve bunların erdeme (ahlakın övdüğü iyilikçilik, acıma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin adı, fazilet - virtue) ters düştüğünü iddia ederdi. Zamanın felsefe (madde ve yaşamayı ve bunların dünya, toplum, ruh gibi türlü belirtilerini neden, ilke, amaç bakımından inceleyen zihin çalışması ve bu çalışmanın verimi. 2. Görüş, düşünce sistemi - philosophy) okullarına da dokunmaktan çekinmeyen çekinmeyen bir tabiata sahipti. Günün hatiplerine “zamanın uşakları” tabirini uygun görür, Eflatun'un öğretimine “zaman kaybettirme” derdi.
Çok güzel konuşan, üstün zekası ile herkesi etkileyebilen bu ünlü Kinik filozof bütün gariplik ve anormal hal ve tavırlarına rağmen saygı görmüş ve ölümünden sonra Korintoslular adına bir sütun, Sinoplular da bir heykelini dikmişler, onun adını ve anısını yaşatmışlardır.
Diogene, MÖ. 324 yılında Korintkos'ta ölmüş.
İnsan için iki disiplin kabul ediyordu: ruh disiplini, beden disiplini.
Ona göre beden disiplini jimnastikle elde edilebilirdi. Ruh ise ancak erdem ile gelişebilirdi. Erdemin ne olduğunu araştırmış onun doğaya uygun yaşamak olduğunu bulmuştu. Yani bir insanın erdemli olabilmesi için doğaya uygun yaşaması gerekmekte idi. Bu ise olabildiğince arzu ve ihtiyaçları azaltmak, hatta kaldırmaktan ibarettir. Bu nedenle refah, nezaket, güzel sanatlar ve bilim cezalanmaları gereken fazlalıklardır; zenginlik, asalet, onur iğrenilecek şeylerdir. Din ve kanunlar politikanın icatlarıdır. Evlenme, mülkiyet kaldırılması gereken fazlalıklardır. Zira doğa hükümetinde her şey ortaklaşadır. Servet, kadınlar, çocuklar, hepside öyleliktir
Diyojen'den Seçme Sözler
- Gök aleminden söz eden bir adama: "Gökten ne zaman geldin?" diye sorarak ancak görülebilen ve mevcut şeylerden söz edilebileceğini, bunun dışında hiçbir hakikatten bahsedilemeyeceğini kanıtlamak ister.
- Kendisinin vaktiyle kalpazanlıkla uğraştığını hatırlatanlara: "Evet, bir zamanlar sizlere benzemem lazım gelmişti; fakat şimdi, siz benim olduğum hale asla gelemezsiniz." diye cevap vermiştir.
- Atina'da bir okula girdiği zaman, orada öğrencilerden başka birçok heykellerde gördüğünde, öğretmene dönerek: "Ooo, tanrıları da sayarsak epey öğrenciniz var." der.
- Fakirliğine dokundurmak isteyen birine: "Zengin olunursa istenildiği zaman, fakirlikte ise güç yettiği zaman." yanıtını verir.
- Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam "bir daha yerlere tükürmemesini" tembihlemeye kalkınca Diogene derhal adamın yüzüne tükürmüş ve: "Buradan daha kirli bir yer bulamadım." yanıtını vermiştir.
- Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serseriye yol vermem." der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: "Ben veririm!"
- Büyük İskender Korinthos'ta "Bir dileğin var mı?" diye sorunca "Gölge etme, başka ihsan eylemem." demiştir.
- Çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce: "Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti." diye haykırıp su çanağını kırmıştır.
- Dyojen'e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu: "Konuşmasından." Bir soru daha sordular: "Peki adam ya hiç konuşmazsa." Dyojen'in yanıtı bu kez şöyle oldu: "O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada."
Son zamanlarda felaket sekilde Stoiklerin felsefelerine kafayi taktim. Bunu en iyi dile getiren Fransiz felsefe profesöru Pierre Hadot. Eger imkaniniz olursa Pierre Hadot'nun 'Philosophy as a way of life' , Plotinius, What is ancient philosophy gibi kitaplarini okuyun.
http://www.amazon.com/Pierre-Hadot/e/B0 ... r_dp_pel_1
Arkadaslar o dönemin filozoflari (modern dunyanin insaninin anlamasi cok guc) sefalet altinda, onca sorunla basbasa icabinda köle olarak satilarak bile nasil mutlu olunacagini tartismis ve bunun yöntemlerini göstermis dusunurler. Bahsettigim ilk kitap bu yöntemleri de anlatiyor. Kisaca iki cikis noktalari var:
1)Kaliciligi olmayan yani gecici iyi seylerin pesinden kosmamak
2)kacinilmasi mumkun olmayan kötu seylerden kacmamak ve onlarla yuzleserek yasayabilmek.
Yani kisacasi kalici ve yuce olan degerleri yakalayabilmek (tabii bunlarin hepsi sonucta etik sorununa geliyor). Simdi alta bunlarin en cilgini ve ucugu Diyojen'in hayat felsefesi ve acaip komik ayni zamanda dusundurucu konusmalarini koyuyorum. Lutfen okuyun vaktiniz olunca.
Diyojen (Diogenes), M.Ö. 412 - M.Ö. 320 yılları arasında yaşamış olan ve kendine yetme ile sadelik ilkelerine dayanan Kinik yaşam biçiminin öncülerinden Sinop'lu çileci düşünürdür.
Hakkında doğruluğu kuşkulu pek çok öykü anlatılan Diyojen'in gündüzleri Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşarak, dürüst bir adam aradığı söylenir.
Atina'da gelenekçiliğe karşı tavır almış, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşımsal ölçü ve inanışların çoğunun boş olduğunu göstermeyi ve insanları yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır.
Ona göre, sade bir yaşam tarzı, sadelikten başka, örgütlenmiş, dolayısıyla uzlaşımsal toplumların görenek ve yasalarını da önemsememek anlamına gelir. Diyojen, doğaya aykırı bir kurum olan ailenin yerini, kadınların ve erkeklerin tek bir eşe bağlı olmadığı, çocukların ise bütün toplumun sorumluluğunda bulunduğu doğal bir durumun alması gerektiğini savunmuştur.
Diyojen yoksulluk içinde yaşadığı, halka açık yerlerde yatıp kalktığı ve yiyeceğini dilenerek topladığı halde, herkesin aynı şekilde yaşaması gerektiğini savunmamıştır. Onun tek amacı, kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermek olmuştur. Bunun kaynağı bilgeliktir, Diyojen insanı erdemli yapmaya yaradığı için yalnızca bilgeliğe değer verir, öteki uygarlık değerlerini ise saçma, gereksiz ve anlamsız olarak reddeder.
*Diyojen'in savunduğu yaşam tarzının ilk ilkesi "kendine yetme", yani kişinin mutluluk için gerekli her şeyi kendi içinde taşıyabilmesi ilkesidir.
* İkinci ilke olan "utanmazlık", kendi başına zararsız olan bazı eylemlerin hiçbir şekilde yapılamayacağını öne süren uzlaşımları umursamamak anlamına gelir. Bu ilkeden yola çıkarak yerleşik davranış kalıplarına uymadığı için, kendi açısından sade ve doğal, toplumsal değerler açısındansa sefil denebilecek bir yaşam sürer.
Sinop'ta dünyaya gelmiştir. Babası Sinop'tan sürüldüğü için babasıyla birlikte Atina'ya yerleşmek zorunda kalmıştır. Tarihte Sinoplu Diogenes (Diyojen diye okunur) diye ün yapan bu Kinik filozofun MÖ. 411 ya da 412 yılında doğduğu söylenmektedir. Kalpazan olarak sürülen babasının asıl mesleği kuyumculuktur. Ancak parayı çok sevdiğinden kalpazanlıkla uğraşmaktaymış.
Diogen, Atina'da umduğunu bulamamış, babası ile çok sıkıntı çekmiş, sefalet içinde yaşamıştır. Hantishene'i tanımadan önceki hayatı sefalettir, açlık, rezillik ve korkunç sıkıntılarla ilgili günlerin anıları içindedir; dostsuz, arkadaşsız ve himayesiz kalan bu kişi farelere imrenecek kadar yokluklar içinde kalmış, bir gün yiyecek bulmak için koşturan bir fareyi görünce: ” hele bak bu hayvan Atinalıların mutfağına girmeyi biliyor da ben onların sofralarına oturamamak talihsizliğindeyim” diye bağırmıştır. Ve o andan itibaren hayvanların yaşamını doğaya daha uygun bularak onların yaşamına özenmiş. Bu arada Antishene'in doğaya uygun yaşama çağrısını işitmiş ve ona koşmuştur.
Diogen bir sürgündü, kötü bir suçla suçlanmış bir adamın oğlu idi, her yerde ve herkes tarafından itilmiş, terzil edilmiş, hakaret ve istihkarla karşılaşmış; sefaletin her çeşidini tatmıştır. Onda güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret vardı. Üstelik çok iyi konuşuyordu, üstün ve pırıl pırıl bir zekaya sahipti. Bütün bunlar Antishene'in bu öğrencisine kendi felsefe ve öğretisini telkin, onu eğitmek için yeterlidir.
Özel hayatında fakirlikten başka bir şey yoktu. Çok zaman kirli ve pis elbisesi ile ayrıca köpek derisine benzeyen mantosu ile dolaşır, geceleri heykel diplerinde ve sokak köşelerinde yatardı. Bir keşkülü, bir fıçısı ve bir sopası vardı. Fıçının içinde yaşaması herkesi şaşırtıyor, kendisine sual soranlara da köpek olduğunu söylüyordu. Fıçısından başka bir de çanağı vardı, başka eşya kullanmıyordu. Fakat bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu görünce, elindeki maşrapa çanağı kırıp attı ve bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti diye söylene söylene uzaklaştı.
Diogen aşırı gururlu bir insandı ve herkesi küçümserdi. (!) Sıradan insanlardan nefret eder ve hepsini o derece küçük görürdü ki, bir öğle vakti elinde fener “bir adam arıyorum” diye bağırarak Atina sokaklarında dolaşmış, böylece Atina'da adam görmediğini anlatmak istemiş. Her şeye rağmen Atina'da sayılan bir insandı, krallar bile onun ilmine, zekasına ve kişiliğine hürmet ederlerdi. Corinth'e gelen Büyük İskender, Diogen'i ziyaret etti ve bir dileği olup olmadığını sordu. O ise bu soruya “evet var, gölge etme başka ihsan istemem” yanıtını verdi.
Kış günleri çıplak ayaklarla karlar üzerinde dolaşır, donmuş heykelleri kucaklar, vücuduna zulüm ederdi. Eflatun (Plato), ona Çılgın Sokrat (Socrates) derdi. Servet ve varlık düşmanı idi ve bunların erdeme (ahlakın övdüğü iyilikçilik, acıma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin adı, fazilet - virtue) ters düştüğünü iddia ederdi. Zamanın felsefe (madde ve yaşamayı ve bunların dünya, toplum, ruh gibi türlü belirtilerini neden, ilke, amaç bakımından inceleyen zihin çalışması ve bu çalışmanın verimi. 2. Görüş, düşünce sistemi - philosophy) okullarına da dokunmaktan çekinmeyen çekinmeyen bir tabiata sahipti. Günün hatiplerine “zamanın uşakları” tabirini uygun görür, Eflatun'un öğretimine “zaman kaybettirme” derdi.
Çok güzel konuşan, üstün zekası ile herkesi etkileyebilen bu ünlü Kinik filozof bütün gariplik ve anormal hal ve tavırlarına rağmen saygı görmüş ve ölümünden sonra Korintoslular adına bir sütun, Sinoplular da bir heykelini dikmişler, onun adını ve anısını yaşatmışlardır.
Diogene, MÖ. 324 yılında Korintkos'ta ölmüş.
İnsan için iki disiplin kabul ediyordu: ruh disiplini, beden disiplini.
Ona göre beden disiplini jimnastikle elde edilebilirdi. Ruh ise ancak erdem ile gelişebilirdi. Erdemin ne olduğunu araştırmış onun doğaya uygun yaşamak olduğunu bulmuştu. Yani bir insanın erdemli olabilmesi için doğaya uygun yaşaması gerekmekte idi. Bu ise olabildiğince arzu ve ihtiyaçları azaltmak, hatta kaldırmaktan ibarettir. Bu nedenle refah, nezaket, güzel sanatlar ve bilim cezalanmaları gereken fazlalıklardır; zenginlik, asalet, onur iğrenilecek şeylerdir. Din ve kanunlar politikanın icatlarıdır. Evlenme, mülkiyet kaldırılması gereken fazlalıklardır. Zira doğa hükümetinde her şey ortaklaşadır. Servet, kadınlar, çocuklar, hepside öyleliktir
Diyojen'den Seçme Sözler
- Gök aleminden söz eden bir adama: "Gökten ne zaman geldin?" diye sorarak ancak görülebilen ve mevcut şeylerden söz edilebileceğini, bunun dışında hiçbir hakikatten bahsedilemeyeceğini kanıtlamak ister.
- Kendisinin vaktiyle kalpazanlıkla uğraştığını hatırlatanlara: "Evet, bir zamanlar sizlere benzemem lazım gelmişti; fakat şimdi, siz benim olduğum hale asla gelemezsiniz." diye cevap vermiştir.
- Atina'da bir okula girdiği zaman, orada öğrencilerden başka birçok heykellerde gördüğünde, öğretmene dönerek: "Ooo, tanrıları da sayarsak epey öğrenciniz var." der.
- Fakirliğine dokundurmak isteyen birine: "Zengin olunursa istenildiği zaman, fakirlikte ise güç yettiği zaman." yanıtını verir.
- Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam "bir daha yerlere tükürmemesini" tembihlemeye kalkınca Diogene derhal adamın yüzüne tükürmüş ve: "Buradan daha kirli bir yer bulamadım." yanıtını vermiştir.
- Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serseriye yol vermem." der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: "Ben veririm!"
- Büyük İskender Korinthos'ta "Bir dileğin var mı?" diye sorunca "Gölge etme, başka ihsan eylemem." demiştir.
- Çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce: "Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti." diye haykırıp su çanağını kırmıştır.
- Dyojen'e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu: "Konuşmasından." Bir soru daha sordular: "Peki adam ya hiç konuşmazsa." Dyojen'in yanıtı bu kez şöyle oldu: "O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada."