Muharrem Atik...
Posted: Wed Apr 18, 2007 12:46 am
Futbolda Aziz Yıldırım'ın şeref tribününde yanındaki Federasyon vekiline psikolojik itiş-kakışıyla ve Runje'nin maç boyu ense kökü gölge hizasından tükürüğünü yek tutmayan Sakaryalı oyuncuya ithafen yolladığı "şifreli"(!) mesajıyla sarmallanıp ligin bitimine doğru iyiden iyiye o her sene alıştığımız filmin makarası gibi dönmeye başlayan dünyamızı, ata sporumuz olan bir amatör branşla ısıtmak isterdim bugün.
Lakin az önce internet haber sitelerinden birinde önüme pat diye düşen acı gelişmenin hafızamdaki çağrışımı, bende bir süre evvel okuduğum bir kitapta, bir özel adam adına yazılan o hayli övgü dozu yüksek metinler oldu.
Kitabın adı: Sarı-Kırmızılı Kaşkol...
Doğrusunu isterseniz güreş sporuyla olan birlikteliğim, az sonra okuyacağınız satırların yazarının vücudunun geniş minderlerle olan yakınlığından daha ihtiraslı geçmemiştir benim...
Doğrusu, Türkiye olarak biz, hep "ata sporumuzdur" diyerek yüksek atışlı nutukların satır aralarında başımızın üstüne taçladığımız bir branşı, maalesef "Kırkpınar-yağlı güreş" kotası altında kavurup erittik; gerçek bu. Türkiye'de doğmayan Muharrem Atik, Türkiye'de doğan ve göğüslerini gurur kabarmalarıyla şişirip "ata sporumuz" diye laf arasında onu göklere çıkaranların, zafer yolunu her seferinde engebeli çukur ve tümseklerle doldurduğu ve bitmez tükenmez ayak oyunlarıyla iflas noktasını kariyer sayfasının sonuna kondurmaya baş koyduğu bir adam olarak bu dünyadan göçüp gitti ve ömrünce kalbine kazıdığı ay-yıldız altında nice madalyaları federasyon aymazlarının gurur müzesine yakınmaksızın taşıdığı bu ülkenin topraklarına gömüldü.
Şu satırlar Hıncal Uluç'a ait... Muharrem Atik gerçeğinin kafanızda canlanması için okumalısınız:
"Muharrem Atik, Bulgaristan'dan bu ülkeye, rüyalarını dolduran şampiyonluklara yakın olarak, Türk güreşine hizmet etmek amacı ile göçtü... Bu ülke yasalarına göre bir soyadı alması gerekirken, kendisine Atik adını seçmekte tereddüt etmeddi... Celal Atik onun hayalindeki en büyük şampiyondu çünkü... Ama Muharrem'e ne yazık ki ilk sırtını dönen Celal Hoca oldu... Ardından tüm öteki şampiyonlar...Güreş hocalığı konusunda bilimsel hiçbir şeye sahip olmayan bu grup, bir "okullu"nunun gelişini tehlike görmüşlerdi. O başarırsa, minder kenarlarını okullular doldurur, sonra onların ekmek paraları ne olurdu? Muharrem geldiği günden beri kime elini uzattıysa itildi... Kimi yetenekli görüp yardımcı diye yanına aldıysa onun ihanetini gördü... Güreş piyasasında etkinliklerini her devirde sürdüren şampiyonlar grubu, Muharrem'i kösteklemek için ellerinden geleni yaptılar. Hakkında inanılmaz iftiralar attılar. Komünist casusluğunu, vatan hainliğini bile kulaklara fısıldadılar. Yanındaki herkesi ya tehditle, ya bezdirerek ondan uzaklaştırdılar. İzmir Akdeniz Türk Milli Güreş Takımı tek yenilgi almadan 10 sıkletin onunda da altın madalyaya ulaşırken Muharrem Atik, kapısının arkasına masa çekerek uyuyabiliyordu. Tehditler hayatına kastedecek boyutlara ulaşmıştı çünkü... Eski Şampiyonlar içinde Muharrem Atik gerçeğini gören, ona inanan yok muydu? Vardı tabii... Ama bunlar da nedense seslerini fazla yükseltemediler, yeri geldiğinde bir iki iyi laf edip sustular...
Muharrem bu ülkede tam bir yalnızlığa itildi ve ardından tezvirat başladı: "Muharrem ekip çalışmasına karşı... Muharrem baş üstünde baş tanımıyor..."
Bunların üstüne, Hasan Bozbey tuz biber ekti... Muharrem'in devlete bile karşı olduğunu iddia etti...
Muharrem konuşmayı seven birisi değildi. Türkçesi teklediği için konuşmaktan çekinirdi aslında... Susmayı yeğledi... İstedi ki dili değil, eli konuşsun... Bu bile aleyhine kullanıldı. Söylemedikleri söyletildi. Düşünmedikleri ona mal edildi... Alaylılar, okulluyu yiyip bitirmek için ellerinden geleni yaptılar, yaptılar ama, iş yapamadılar... Güreş lafla değil, bilimle oluyordu artık... Muharrem'in yarısını yapamadılar. Muharrem başardı, onlar hezimetle döndüler... Son Avrupa Şampiyonasında takke iyice düştü, kel göründü... Ama gene de "Biz başaramadık, gidiyoruz" demediler... "Siz başaramadınız, gidin" de denmedi... Fedakârlık yine Muharrem'den istendi... "Can düşmanlarınla el ele verir çalışır mısın?" dediler ona... Daha dün Muharrem'i İsveç'te hainlikle itham eden ve demeçleri tüm gazetelerde yayımlanan Mahmut Hoca ve Mustafa Dağıstanlı ile el ele vermek için bir saniye bile tereddüt etmedi Muharrem Hoca... Çünkü onun içinde kimseye kin, öfke yoktu... Onun bir tek, ama bir tek amacı vardı... Bulgarlar, Türk olduğu için, ona denk Bulgar asıllı güreşçiyi tercih etmişlerdi. Muharrem bu yüzden bir şampiyonluk kürsüsüne çıkamamıştı... Kendi çıkamadığı bu kürsüye, Türk oğlu Türk bir öğrencisi çıktığı zaman, Muharrem kendi kazanmış gibi olacaktı... Bunun için her şeyi yapmaya, her şeyi göze almaya hazırdı. Ona zaman zaman görev verirken en aşağılayıcı koşulları ileri sürdüler. İstediler ki reddetsin, tuzağa düşsün ve "İşte biz çağırdık, gelmedi" desinler. Bu oyunlara da gelmedi. Çalışmasına izin verdikleri sürece, her koşulu kabul etti...
Bugün yaptığı da farklı değil... Muharrem Atik, bir Türk güreşçisini olimpiyatta şampiyonluk kürsüsüne çıkarma uğruna aklınıza gelebilecek her türlü fedakârlığı yapacak kadar bu ülkeyi ve güreşi seven bir insandır. Bugün kendi acizlikleri içinde, "Denize düşen yılana sarılır" diyerek ona sarıldıklarını biliyor, biliyor ama aldırmıyor... Çünkü onun için tek amaç var... Bir tek amaç... Bir Türk güreşçisini olimpiyat şampiyonu yapmak... Bunu başarmadan ölürse, gözünün açık gideceğini biliyor...
İşte Muharrem Atik, çok ama çok kısa bir özetle budur... Bilemeyiz, daha düne kadar kellesini isteyenlere elini uzatmasına halâ şaşıyor musunuz?.."(Cumhuriyet, 15 Mayıs 1984)
Boyu kısa olanların gölgesi gitgide uzamaya başlamışsa güneş batıyor demektir, der bir atasözü... Biz Muharrem Atik'i güreş tarihinin yazılmamış sayfaları arasına bırakıp unutalım, kendi gündemimize, rezilliklerimize... Yazıda Uluç'un "Alaylı-mektepli" çekişmesi günümüzde sizin de zihinlerinizde Galatasaray'ın liseli-lisesiz kavgasını hatırlatacak denli berraklaşmıyor mu?
Lakin az önce internet haber sitelerinden birinde önüme pat diye düşen acı gelişmenin hafızamdaki çağrışımı, bende bir süre evvel okuduğum bir kitapta, bir özel adam adına yazılan o hayli övgü dozu yüksek metinler oldu.
Kitabın adı: Sarı-Kırmızılı Kaşkol...
Doğrusunu isterseniz güreş sporuyla olan birlikteliğim, az sonra okuyacağınız satırların yazarının vücudunun geniş minderlerle olan yakınlığından daha ihtiraslı geçmemiştir benim...
Doğrusu, Türkiye olarak biz, hep "ata sporumuzdur" diyerek yüksek atışlı nutukların satır aralarında başımızın üstüne taçladığımız bir branşı, maalesef "Kırkpınar-yağlı güreş" kotası altında kavurup erittik; gerçek bu. Türkiye'de doğmayan Muharrem Atik, Türkiye'de doğan ve göğüslerini gurur kabarmalarıyla şişirip "ata sporumuz" diye laf arasında onu göklere çıkaranların, zafer yolunu her seferinde engebeli çukur ve tümseklerle doldurduğu ve bitmez tükenmez ayak oyunlarıyla iflas noktasını kariyer sayfasının sonuna kondurmaya baş koyduğu bir adam olarak bu dünyadan göçüp gitti ve ömrünce kalbine kazıdığı ay-yıldız altında nice madalyaları federasyon aymazlarının gurur müzesine yakınmaksızın taşıdığı bu ülkenin topraklarına gömüldü.
Şu satırlar Hıncal Uluç'a ait... Muharrem Atik gerçeğinin kafanızda canlanması için okumalısınız:
"Muharrem Atik, Bulgaristan'dan bu ülkeye, rüyalarını dolduran şampiyonluklara yakın olarak, Türk güreşine hizmet etmek amacı ile göçtü... Bu ülke yasalarına göre bir soyadı alması gerekirken, kendisine Atik adını seçmekte tereddüt etmeddi... Celal Atik onun hayalindeki en büyük şampiyondu çünkü... Ama Muharrem'e ne yazık ki ilk sırtını dönen Celal Hoca oldu... Ardından tüm öteki şampiyonlar...Güreş hocalığı konusunda bilimsel hiçbir şeye sahip olmayan bu grup, bir "okullu"nunun gelişini tehlike görmüşlerdi. O başarırsa, minder kenarlarını okullular doldurur, sonra onların ekmek paraları ne olurdu? Muharrem geldiği günden beri kime elini uzattıysa itildi... Kimi yetenekli görüp yardımcı diye yanına aldıysa onun ihanetini gördü... Güreş piyasasında etkinliklerini her devirde sürdüren şampiyonlar grubu, Muharrem'i kösteklemek için ellerinden geleni yaptılar. Hakkında inanılmaz iftiralar attılar. Komünist casusluğunu, vatan hainliğini bile kulaklara fısıldadılar. Yanındaki herkesi ya tehditle, ya bezdirerek ondan uzaklaştırdılar. İzmir Akdeniz Türk Milli Güreş Takımı tek yenilgi almadan 10 sıkletin onunda da altın madalyaya ulaşırken Muharrem Atik, kapısının arkasına masa çekerek uyuyabiliyordu. Tehditler hayatına kastedecek boyutlara ulaşmıştı çünkü... Eski Şampiyonlar içinde Muharrem Atik gerçeğini gören, ona inanan yok muydu? Vardı tabii... Ama bunlar da nedense seslerini fazla yükseltemediler, yeri geldiğinde bir iki iyi laf edip sustular...
Muharrem bu ülkede tam bir yalnızlığa itildi ve ardından tezvirat başladı: "Muharrem ekip çalışmasına karşı... Muharrem baş üstünde baş tanımıyor..."
Bunların üstüne, Hasan Bozbey tuz biber ekti... Muharrem'in devlete bile karşı olduğunu iddia etti...
Muharrem konuşmayı seven birisi değildi. Türkçesi teklediği için konuşmaktan çekinirdi aslında... Susmayı yeğledi... İstedi ki dili değil, eli konuşsun... Bu bile aleyhine kullanıldı. Söylemedikleri söyletildi. Düşünmedikleri ona mal edildi... Alaylılar, okulluyu yiyip bitirmek için ellerinden geleni yaptılar, yaptılar ama, iş yapamadılar... Güreş lafla değil, bilimle oluyordu artık... Muharrem'in yarısını yapamadılar. Muharrem başardı, onlar hezimetle döndüler... Son Avrupa Şampiyonasında takke iyice düştü, kel göründü... Ama gene de "Biz başaramadık, gidiyoruz" demediler... "Siz başaramadınız, gidin" de denmedi... Fedakârlık yine Muharrem'den istendi... "Can düşmanlarınla el ele verir çalışır mısın?" dediler ona... Daha dün Muharrem'i İsveç'te hainlikle itham eden ve demeçleri tüm gazetelerde yayımlanan Mahmut Hoca ve Mustafa Dağıstanlı ile el ele vermek için bir saniye bile tereddüt etmedi Muharrem Hoca... Çünkü onun içinde kimseye kin, öfke yoktu... Onun bir tek, ama bir tek amacı vardı... Bulgarlar, Türk olduğu için, ona denk Bulgar asıllı güreşçiyi tercih etmişlerdi. Muharrem bu yüzden bir şampiyonluk kürsüsüne çıkamamıştı... Kendi çıkamadığı bu kürsüye, Türk oğlu Türk bir öğrencisi çıktığı zaman, Muharrem kendi kazanmış gibi olacaktı... Bunun için her şeyi yapmaya, her şeyi göze almaya hazırdı. Ona zaman zaman görev verirken en aşağılayıcı koşulları ileri sürdüler. İstediler ki reddetsin, tuzağa düşsün ve "İşte biz çağırdık, gelmedi" desinler. Bu oyunlara da gelmedi. Çalışmasına izin verdikleri sürece, her koşulu kabul etti...
Bugün yaptığı da farklı değil... Muharrem Atik, bir Türk güreşçisini olimpiyatta şampiyonluk kürsüsüne çıkarma uğruna aklınıza gelebilecek her türlü fedakârlığı yapacak kadar bu ülkeyi ve güreşi seven bir insandır. Bugün kendi acizlikleri içinde, "Denize düşen yılana sarılır" diyerek ona sarıldıklarını biliyor, biliyor ama aldırmıyor... Çünkü onun için tek amaç var... Bir tek amaç... Bir Türk güreşçisini olimpiyat şampiyonu yapmak... Bunu başarmadan ölürse, gözünün açık gideceğini biliyor...
İşte Muharrem Atik, çok ama çok kısa bir özetle budur... Bilemeyiz, daha düne kadar kellesini isteyenlere elini uzatmasına halâ şaşıyor musunuz?.."(Cumhuriyet, 15 Mayıs 1984)
Boyu kısa olanların gölgesi gitgide uzamaya başlamışsa güneş batıyor demektir, der bir atasözü... Biz Muharrem Atik'i güreş tarihinin yazılmamış sayfaları arasına bırakıp unutalım, kendi gündemimize, rezilliklerimize... Yazıda Uluç'un "Alaylı-mektepli" çekişmesi günümüzde sizin de zihinlerinizde Galatasaray'ın liseli-lisesiz kavgasını hatırlatacak denli berraklaşmıyor mu?