Page 1 of 1

Futbol ve Besiktas adina...

Posted: Sun Oct 23, 2005 6:49 pm
by Burak Fenercioglu
Referans gazetesinde Besiktas'in ve taraftarinin bugunku durumu adina guzel bir yazi okudum. Yazida futbol, futbol karsilasmalari ve yuklendikleri deger adina da guzel metaforlar mevcut. Asagida paylasiyorum.

---
Beşiktaş ruhunu arıyor
23.10.2005 / Özcan Yüksek / Yorum
http://www.referansgazetesi.com/haber.a ... _KOD=26139

Her futbol karşılaşması antropolojik, mitolojik, sosyolojik ve politik olarak, bir ölüyü yolcu etme törenidir. Ölü, kendi simgesel ölümleridir. Kalabalıklar, her maçta kendi ölümleriyle hesaplaşır. Stadı terketmeyen Beşiktaş taraftarının tutumu ölüme meydan okumaktır.

Taraftar, neden stadı terk etmiyor?
Kızılderililer ya da bizim de çoğumuzun atası olan Sibirya halkları (tabii bir zamanlar) cenaze törenlerini, obalarının biraz uzağındaki genişçe bir otlakta ya da orman içinde yaparlardı.
Başka bir vakit değil, yalnızca ölülerini uğurlamak için orada toplanırlardı. Sanki, ölülerinin olmadığı vakitlerde, yeterince boşluğun birikmesi amacıyla asla o yere uğramazlardı.
Merhum, onlar için ölüm ve yaşam arasındaki o boşluğa terk edilirdi. Kalabalık dağıldıktan sonra, o kuşlar, merhumu boşluğa dağıtırdı.
Bir Kızılderili kabilesinin bu ölüler boşluğuna verdiği isim aklımda kalmış, belki de aklımda öyle kalmış: Batıya Doğru Gündoğumuna Gitme Alanı.
Diğer kabilelerin bu boşluğa verdikleri isimler, kendileriyle birlikte yok olup gittiler, kendi boşluklarında son kez terk edilip modern zaman pençeleriyle dağıldılar kim bilir neydi, boşluklarına verdikleri o isimler?
Belki de o yüzden, Türkiye’de kimi statlara ölülerin isimleri verilir. Şeref Stadı, İnönü Stadı, Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu.
Futbol stadyumu, Batıya Doğru Gündoğumuna Gitme Alanı’dır. Yeterince boşluk biriksin diye, o alana yalnızca futbol maçlarında gidilir. Maç biter bitmez de çıkılır. Adet böyledir.
Her maç, antropolojik, mitolojik, sosyolojik ve politik olarak, bir ölüyü yolcu etme törenidir. Ölü, kendi simgesel ölümleridir. Kalabalıklar, her maçta ölümle hesaplaşır. Kendi ölümleriyle. Ölümüne oynamasını ister futbolcunun da. Kendisi de ölmeye hazırdır. Ölmeye ölmeye ölmeye geldik! Budur, taraftarın son söylediği.

Futbol, bir ölüm kovma ayinidir.
Futbol, ölüm kalım meselesidir.
Futbol ölümün metaforudur.
Her gol, ölüme karşı atılır.
Ölüme karşı sıkılır yumruk.
Kale, ölüme karşı kurulmuştur.
Kaleci, ölümün bekçisidir.
Haksız penaltı, haksız ölümdür.
Pisipisine gol, pisipisine ölümdür.

Futbol spor değildir
Futbol, sportif oynanmalıdır ama spor değildir. Futbolu yalnızca spor yazarı yorumlayamaz. Futbol, politik, coğrafik, ekonomik, antropolojik, sosyolojik, medyatik, mitolojik, mistik, kozmik, filozofik, psikolojik bir problematiktir.
Neden Kayseri’nin isminin sonunda “spor” sözcüğü vardır sanki? Futbol, spor değildir ki. Altay, Göztepe, Gençlerbirliği, Üç Büyükler; bunların isimlerinde spor sözcüğü yoktur. Trabzon, ismindeki spor sözcüğünü resmen değilse bile ruhen atmıştır. Trabzon halkı sportif bir halk mıdır? Ama Trabzon, futboldur. Türkiye’nin kalabalık bir şehri midir, zengin bir şehri midir, büyük şehir midir, turistik bir şehri midir? Ama Trabzon, Türkiye’nin İstanbul’dan sonra en futbol şehridir. Hatta daha bile fazladır. Şehrin tümüne sirayet etmesi bakımından İstanbul’u geçer. Ölüm kalım meselesi en çok Trabzon içindir. Son maçta Fenerbahçe’ye şampiyonluğu kaptırdıkları maçın ardından, iki Trabzonlu intihar etmiştir.
Geçtiğimiz pazar, İnönü’de Yeni Açık’ın sağ üst köşesine oturdum ve Beşiktaş-Kayserispor maçını izledim. Berabere bitti.
Berabereydi ama ölümcül bir darbeydi yine de, Beşiktaş taraftarı için. O yıl için ölüm demekti. O yara iyileşir gibi gözükmüyordu. Evet öyleydi, öyleydi.
Maç bitti. Sonra ne oldu? Kimse, önündeki büyük boşluğu terk etmek istemiyordu. Zaten, her zamanki taraftar topluluğunun yarısı kadarı gelmişti maça. Onların da yarısı yavaş yavaş stadı terk etti. Diğerleri ise yerlerinde kaldı. Eski güzel günlerin şarkılarını söylemeye başladılar hep birlikte. Eski oyuncuları, golcüleri. Özellikle siyah tenli olanları hatırladılar. Siyah, yalnızca forma renkleri olduğu için değil, karanlık sonun rengi de olduğu için daha çok sevilir. Taraftar tribünlere, önce iki siyah oyuncuyu çağırır, sonra beyazlara sıra gelir.
Bir süredir Beşiktaş taraftarı, internet forumlarında, e-posta gruplarında, kahvelerde, şurada burada kendilerine şu soruyu soruyor:
Beşiktaş kendi özelliğini kaybediyor mu?

Beşiktaş taraftarı
Televizyon ve gazetelerdeki futbol yorumcularının önemli bölümü, “spor” yorumcusu olduğu için, Beşiktaş taraftarını anlayamaz. Beşiktaş taraftarı, yalnızca sahada rakiple mücadele etmediğini, en başta medyayla, federasyonla, hakem kuruluyla, rakip takımın başkan ve yöneticileriyle de mücadele ettiğini düşünür. Zaten çoğu, bu mücadele alanlarının zenginliği yüzünden Beşiktaş’ı tutar. O yüzden, Beşiktaş daha “protest” bir takımdır. Daha isyankardır. Daha bilinçlidir. Daha ateşlidir. Boyun eğmez, kabına sığmaz, korkmaz, her şeyini verir.
Bu yüzdendir ki, Beşiktaş taraftarı, takımının halk takımı özelliğini kaybetmesini istemez. Ama futbol endüstrileştikçe, milyon dolarlar döndükçe, bu dolaşımdan payını şifreli, şifresiz tv kanalları, gazeteler, gazeteciler de alınca, Beşiktaş eski özellikleriyle bu ortamda varolmakta zorlanır.
Süleyman Seba tarzı yönetimi özler. Onun vakur ve onurlu duruşunu.
Pazar akşamı, Beşiktaş taraftarı, futbolda bir halk hareketi, Ukrayna’daki, Kırgızistan’daki gibi şiddet dışı bir halk hareketinin küçük ve kendiliğinden bir örneğini sergilemişti. Ama spor yorumcularının bunu anlamasını beklememek gerekiyor. O taraftar olmasa, ne kendilerinin, ne federasyonun, ne yöneticinin, hiçbirinin bir önemi olmadığını anlayamayan spor yazarı, Türkiye’de taraftara saygı göstermez. Spor bakanı, federasyon yetkilisi de göstermez. Taraftar güruhtur. Futbol, onlar için, taraftarı zapt ederek oynanan bir spordur. Örneğin, taraftarlardan yalnızca bir kişi sahaya girmeye yeltendiğinde, o da maç bitiminde, tüm taraftarın cezalandırılmasını ister bu efendiler. Çünkü Beşiktaş taraftarı onlar için çapulcu sürüsüdür. Hatta bunu, en sofistike gözükenleri bile söyler. Mikrofon ve kalem, efendilerin iktidar aracıdır.
Beşiktaş taraftarı stattan çıkmamıştır. Çünkü, iki sene önce, sekiz puan öndeyken, hiç yenilmemişken, kendisini yenecek kimse de ufukta gözükmüyorken, çok nitelikli bir teknik direktörü varken, şampiyonluğunun satıldığına inanır. Metaforik anlamda değil gerçek anlamda, parayla, şu kadar milyon dolara. Kendi başkanları tarafından.

Beşiktaş manifestosu
Beşiktaş Divan Başkanı Şeref Nasır, “Beşiktaş`lılığın derin içeriği ve anlamını gelecek nesillere daha net bir şekilde tarif edebilmemizde yardımcı olabilecek bir Beşiktaş Manifestosu” hazırlığında olduğunu söyledi geçtiğimiz günlerde. Neydi aranan Beşiktaş ruhu?
Bir internet sitesinde, Beşiktaşlılık duruşu şöyle tarif ediliyordu:
“Hakkı Kaptan’ın, Şeref Görkey’in, Süleyman Seba’nın hatta gecen cenazede gördüm Ethem Karpat’ın ve daha nicelerinin gözlerine bir bakın nasıl anlatıyorlar hayata karsı duruşun ne demek olduğunu.Yusuf Ağabey’in bakışlarındaki sıradışılık, cüretkarlık.”
Taraftarın bu duygularında, cenaze, hayat, ölüm, duruş, nasıl da bir araya gelmiş.
Mayaların kutsal kitabı Popol Vuh’ta anlatılır. Yeraltı tanrıları, kahraman ikizleri yine yeraltına, Xibalba’ya maça davet eder. Bu defa ikizler maçı kazanır. Daha önceki maçı kaybetmiş olan baba ve amcalarının bedeni de, biri Güneş diğeri Ay olarak gökyüzünde yerlerini alır. İşte tüm Mezoamerika’da hayat, bu maçın kazanılmasıyla başlamıştır. Ölümün krallığı, yani yer altı dünyası yenilmiş; hayat ve ışık, kazanmıştır.
İnönü’de, geçen pazar stadı terk etmeyen Beşiktaş taraftarının bu davranışı bir ürküntü yaratmıştı. Stadın ışıklarını söndürerek, boşluk iyice karartıldı. Ama taraftar yine gitmedi. Bir süre sonra ben çıktım. Eve gittim. Televizyonu açtım. Taraftar hala oradaydı. Ama TRT 1’in spor yorumcusu, olan biteni anlamıyor, bu coşkuya hayranlıkla bakacağına, korku, alay ve hiyerarşinin tepesinden bakıyordu. Oysa taraftar, orada farklı bir ruh halinde, Beşiktaş ruhunu arıyordu.
Perşembe gecesi, aynı taraftar, hiçbir şey yokmuş gibi maça başladı. İnsan, ölüme karşı umudunu asla yitirmez. Hiç bir takım maça yenileceğim diye çıkmaz. Bunun nedeni, futbolun ölüm kültüyle olan gizli ilişkisidir, başka bir şey değil. Yenilgiyi kabul etmek, ölümü baştan kabul etmektir.
Ama perşembe gecesi taraftar maç bitiminde yine stadı terk etmedi. Maç berabere bitmişti. Taraftar, orada, Batıya Doğru Gündoğumuna Gitme Alanı’da, ölüme meydan okuyordu.

Posted: Mon Oct 24, 2005 7:55 am
by Oltunc Özgür
Guzel yazi dogru yazi ama olay sadece BJK'nin protest duruyorum ayaklari ile olmuyor bence, aldiklari trilyonluk oyuncular yanlislikla canavar kesilseydi bugun o tasfirin erkegi halkci gecinen kesimler bambaska konusurlardi.. Zannedersem bu tur sinamalari bazen hic firsat gelmedigi icin goremiyoruz o yuzden tarihte bazi seyler hep acaba diye kaliyor...
Onemli olan varlikta ve yoklukta ayni tarzi gosterebilmek, Turkiye'de genel bir samimiyetsizlik var insanlarda sinif atlayan statu degistiren cok cabuk degisip bambaska daha cig birisi oluyor genelde hazimsizlik sorunu var bunda ulkenin firsat esitsizligi onemli rol oynuyor avrupada bircok unlu kulupte bizdeki anormal dalgalanmalar olmuyor sebebi bazi seylerin yasanmis olmasi...

GS, BJK ve TS ekonomik acidan zor gunler geciriyorlar ve medya destekli krizler ile dahada yipratiliyorlar.. Acikcasi Turkiye'de ibre FB yonunde cok hizli gelismeye basladi, GS avrupa sampiyonu oldugu sene kacirdigi tren ile artik uzunca sure ayni performansa ulasamaz yine BJK'nin krizi yakinda patlar...

Seyrantepe projesi simdilik kulubun tek cikisi olarak gozukuyor bunda devlet ne kadar destek verecek bilemiyorum ama GS''nin dususu bu kadarla kalacak gibi degil ayni mazlum kartallar gibi