Cengiz Akgun wrote:Babahan Ergun Sabhat yazmi$:
http://www.sabah.com.tr/babahan.html
Nedendir bilinmez elindeki viski bardagina varincaya kadar detayi ile nasil dinleyip begendigini yazmi$ yaptigi konu$manin guzelligi hakkinda.
Eh $arap bardagi dese $arapci olacak (oyle ya Buzbagi filan icmedigini yemeten sonra Porto filan oldugunu belirtmesi lazim) raki bardagi dese maganda sayilacak o yuzden viski bardagi ile iyi gitmi$tir Nobel odulu kabul soylevi.
Ben Pamuk'u birkac kez TV'den ve kayitlardan dinledim. Turkcesinin etkileyeci filan oldugunu degil aslinda bir Nober odulu alan bir romanciya gore cokta yavan oldugunu rahatlikla soyleyebilirim. Konu hani bunu sIkI$tirdiklari soy kirimi konusu filanda degildi yani akliniza urkutmu$lerdir o yuzden rahat olamadigi icin sana yavan gelmi4tir denmesin. Ha evet bu seferki soyle4i degil soylev. Olsun ama Turk diline bu kadar vakif bir ustanin konu$masi kekemelik ya da fiziksel bir konu4ma ozuru olmadikca oldukca renkli olmasi gerekir.
Bu adamin yazdiklarinida Turk halkinin pek anlamayip ragbet etmedigini soyleyenler var. Hatta belkide burada kitaplarini alip yari birakanlar var aranizda yukarda hatirladiklarim arasinda. Boyle olunca Nobel odulunu nasil aldigi garip oluyor. Bu arada Balcicek Pamir (ne isim ama. Cicek diye isim vardi bu ise ballisi. Yarin Top$eker diye biri cikarsa $a$mamak lazim. Bu kizimizin da hani nasil gazeteci oldugu lafa gelemi$ti hani parti kuruyorum diye ortaya cikan onu bunu partisine yazan biri ile yaptigi uydurma soyle$i yuzunden lafa gelen) Stokholm'de Isveclilerin Kar romanina olan ilgiisinden bahsetmi$. Hic kar gormediklerinden olamayacagina gore herhalde kar'a olan a$inaligi yuzunden bu kitabi Turkiyedekilerden daha iyi anlami$lardir. Dun ak$am bunun konu$masini izleyen var mi? Yoksa Teke Tek midir nedir Altayli'nin tek attigi o yarim yamalak Aziz'in foyasini cikaracak diye bekle$tiginiz yayini mi izlediniz?
Konusma metnini okurken icimden gulumsedim. Bu forum da dahil olmak uzere bircok yerde bu adama militan muamelesi yapildi ve halen de yapilmakta. Kurtleri, Ermenileri vs savunup Turk halkini kucuk dusurdugu hatirlatildi herkese, her firsatta.
Simdi bu konusma geldi arkasindan. Konusmanin konusu babasinin bavulu. Yani babasi ile arasindaki kisisel iliski. Babasinin bu ani gormesini cok istedigini soyledi. Duygusal bir durum elbette ve sempati toplayabilir. Ama boyle bir kursu (noktali u) bir daha karsisina cikmayacak muhtemelen ve Pamuk'un insanliga aktaracagi mesaj iste bundan ibaret. Mesajin icersinde taze edebiyatcilara tavsiye niteliginde kirpintilar da var ama asil odaklandigi konu babasi, yani dolayli yoldan kendisi!
Simdi soyle bir dusunelim! Bu adam militan olsaydi, bu militan o kursuden ugruna savastigi(!) Kurt ve Ermeni halki icin yapacagi savunmayi tum dunyaya gumbur gumbur duyurmaz miydi? Elbette duyururdu. Boyle bir firsati nereden bulacak bir daha! Ama duyurmadi. Bir cok 'Turk' sevinecektir duyurmadigina ama ote yandan 'militan Pamuk' yalanlari da ortaya cikmis oluyor elbette ama ne gam ne tasa!
Orhan Pamuk'u siyasi nirvanaya cikaranlara sadece gecen yilin Nobel odullu sahsiyetinin o kursuyu nasil kullandigini hatirlatmak yeterli. Militan adam nasil konusurmus gormek icin!
Herold Pinter konusmasinda bakin nelere deginmis:
"Siyasetçilerin kullandığı dil bu alanda verdiğimiz örneklerin hiç birisine girmez, çünkü, gördüğümüz kadarıyla politikacıların çoğu gerçekle ilgilenmez, iktidarla ve o iktidarı korumakla ilgilenir. O iktidarı sürdürmek için halkın hakikatten, hatta bizzat kendi hayatlarına ait hakikatlerden yoksun bırakılması özellikle önem taşır. Şu halde, etrafımız çepeçevre yalanlarla çevrilmiştir ve biz yalanla beslenmekteyiz.
Buradaki herkes gayet iyi biliyor ki, Irak’ın işgal edilmesinin mazereti Saddam Hüseyin’in son derece tehlikeli bir kitle imha silahları kitlesine sahip olduğu, bunlardan bazılarının 45 dakika içinde ateşlenebilecekleri ve korkunç yıkımlara yol açabilecekleri şeklindeydi. Bize bunun gerçek olduğu söylendi. Ama değildi. Irak’ın El Kaide’yle ve 11 Eylül 2001 saldırılarıyla ilişkili olduğu dile getirildi. Bunun da gerçek olduğu söylendi. Ama değildi. Irak’ın dünya güvenliğini tehdit ettiği söylendi. O da doğru değildi.
Bu konuda gerçek tamamen başka bir şeydir. Gerçek denilen şey ABD’nin dünyadaki kendi rolünden ne anladığı ve onu nasıl gerçekleştirdiğidir. Günümüze gelmeden önce yakın geçmişe bir göz atmak ve Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı bitiminden bu yana izlediği dış politikaya değinmek istiyorum. O döneme ait gerçeklere parmak basmak için bunu yapmak zorunda olduğumu hissettiğimden, biraz zamanınızı alacağım.
Herkes savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da ne olduğunu biliyor: O döneme ait vahşet, yaygın çirkinlikler ve bağımsız düşüncenin acımasızca bastırılması yeterince belgelendi, doğrulandı.
Gelgelelim, aynı dönem içinde ABD’nin işlediği suçlar sadece yüzeysel olarak not edildi, doğru dürüst belgelenmedi ve suç olarak tanımlanmadı. Mevcut koşullarda bunların üzerinde durmak gerektiğine inanıyorum. Sovyetler Birliği’nin varlığı nedeniyle bir ölçüde kısıtlanmış olmakla birlikte, ABD gene de her istediğini yapabilmişti.
Bununla birlikte, hükümran bir devletin topraklarının doğrudan doğruya istila edilmesi ABD’nin öncelikli tercihi değildi. ABD evvel emirde “düşük yoğunluklu çatışma”yı yeğlerdi. Düşük yoğunluklu çatışma demek doğrudan savaşta attığınız bombayla insanları toplu halde öldürürken, onun yerine, aynı miktardaki insanı yavaş yavaş öldürmek demektir. O ülkeye ta kalbinden hastalık bulaştırmak ve için için ilerlemesini, sonunda kangrene dönüşmesini beklemektir. Ülke halkına bir kez boyun eğdirildi mi –veya halk aynı şey olan ölümcül bir yenilgiye uğratıldı mı—artık sizin dostlarınız, askerler ve büyük şirketler rahat rahat iktidarda oturabilirler, siz de kameraların önüne geçip demokrasinin galip geldiğini söyleyebilirsiniz. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yaygın politikası işte böyleydi."
--------------------------------------
"Political language, as used by politicians, does not venture into any of this territory since the majority of politicians, on the evidence available to us, are interested not in truth but in power and in the maintenance of that power. To maintain that power it is essential that people remain in ignorance, that they live in ignorance of the truth, even the truth of their own lives. What surrounds us therefore is a vast tapestry of lies, upon which we feed.
As every single person here knows, the justification for the invasion of Iraq was that Saddam Hussein possessed a highly dangerous body of weapons of mass destruction, some of which could be fired in 45 minutes, bringing about appalling devastation. We were assured that was true. It was not true. We were told that Iraq had a relationship with Al Quaeda and shared responsibility for the atrocity in New York of September 11th 2001. We were assured that this was true. It was not true. We were told that Iraq threatened the security of the world. We were assured it was true. It was not true.
The truth is something entirely different. The truth is to do with how the United States understands its role in the world and how it chooses to embody it.
But before I come back to the present I would like to look at the recent past, by which I mean United States foreign policy since the end of the Second World War. I believe it is obligatory upon us to subject this period to at least some kind of even limited scrutiny, which is all that time will allow here.
Everyone knows what happened in the Soviet Union and throughout Eastern Europe during the post-war period: the systematic brutality, the widespread atrocities, the ruthless suppression of independent thought. All this has been fully documented and verified.
But my contention here is that the US crimes in the same period have only been superficially recorded, let alone documented, let alone acknowledged, let alone recognised as crimes at all. I believe this must be addressed and that the truth has considerable bearing on where the world stands now. Although constrained, to a certain extent, by the existence of the Soviet Union, the United States' actions throughout the world made it clear that it had concluded it had carte blanche to do what it liked."