BU arada Bulent Tulun gorevine devam edecek. Adnan Sezgin ile beraber calisacagi soyleniyor. Asagidaki fotografta biraz sikintili gordum kendisini:Cengiz Akgun wrote:Ben de yanli$ yazmi$im. u'dan sonra bir yum$ak g koymali. Yun yumagi ile kari$tirmamak icin. Yugmak tastamam bir Turkce fiildir (bu da Arapaca bak). "Yugup yugup taramak" diye bir deyim daha vardir.Tolga Girici wrote:Yumak, yikamak demek biliyorum Cengiz abi, renklilerle beyazlari karistirip ic camasirlarini mora boyayan beceriksiz ev hanimlarina hitaben turemis bir soz sanirim.Cengiz Akgun wrote: Yogmak yikamak demek biliyorsun dur herhalde. Neden soylememi$ler anlamini da hayret. Ayni Sinan beyefendi ve Ebru hanimefendi'nin ba$arili yonetimine atfedilen bir deyimdir. Ayrica Konya'da da kullanilir. Bakalim Sezgin efendi neler yapacak.
Kimler başkan adayı?
Moderator: Staff
-
- Posts: 2806
- Joined: Tue Oct 22, 2002 9:07 pm
- Location: Ankara - Yas:29
- Contact:
-
- Posts: 6299
- Joined: Thu Mar 30, 2006 6:35 pm
- Location: Alisamiyene 10 dk
- Contact:
Çok kıymetli, çok maharetli, çok saygıdeğer feer-play Başkanımızın Bugün gazetesindeki söyleşisini, kendisini daha yakından tanımak açısından buraya asıyorum. Eminim şahsına duyduğumuz saygı ziyadeleşecektir:
EŞİM AKLIMDAN GEÇENLERİ OKUR
Galatasaray, sevgili başkanın yaşam tarzı dedik. Bu sözümüzü bir anekdokta pekiştirelim ve röportaja öyle geçelim.
Bu küçük anekdot aslında her şeyi ama her şeyi anlatıyor. Efendim, Yıl 1965. Yer Erdek. Nikâh günü. Masada Canaydın çifti.
"Evet"ler deniliyor, imzalar atılıyor.
Kutlama faslından sonra sıra aile fotoğrafı çekimine geliyor.
Ancak damadı ara ki bulasın.
O sırada Galatasaray'dan birileri gelmiş. Sarı-Kırmızılı renklerin sevdalısı Özhan Bey de doğal olarak soluğu orada almış. Sohbet Galatasaray olunca da...
Bugün Özhan Bey’in albümünü karıştırın. Düğün gününden Canaydın'lı tek bir kare bulamazsınız. Peki Galatasaraylılar'ın sevgili yengesi Asuman Hanım’ın buna tepkisi ne olmuş?
Asuman Hanım’ın affına sığınarak açıklayalım.
"O gün anladım ki, Özhan Bey’in hayatındaki birinci öncelik Galatasaray. Düşündüm ve ikinci önceliği kabul ettim. O gün bugün çok ama çok mutluyum..."
GALATASARAYLILAR TERCİH EDİLİR
Başkanın iş hayatına atılması da aynı yıllara rastlıyor. 1963 yılından bu yana vergi mükellefi olduğunu belirten Canaydın, ilk işinde yolunun yine Galatasaray ile kesişmesini ise "bu benim kaderim" diye niteliyor. O tarihte liseden arkadaşı Saffet Beşer'in İskenderun'da ürettiği havlu ipliği bayiliğini alan Canaydın, daha sonra tekstilin hemen her alanında faaliyet göstermiş. 1983 yılından bu yana, ihracata yönelik çalıştığını, Türkiye'ye ciddi miktarda döviz girdisi sağladığını, 2 bin kişilik bir orduyu yönettiğini belirterek iş yerindeki en ilginç kuralını şu sözlerle dile getiriyor:
"Ham madde alımlarında aynı ürünü satan kişiler arasında Galatasaraylı olanlar tercih edilir."
ANAHTAR BİLE TAŞIMAM
Söyledik ya, Başkan'la Galatasaray dışında özel hayatını konuşacağız diye. Ancak bu olanaksız. Çünkü hangi konuya girseniz konu dönüp dolaşıp Sarı-Kırmızılı dünyaya geliyor.
Müzik, yemek, sinema diyoruz.
Şu Çılgın Türkler'i okuduğunu söylüyor ve ekliyor:
"Aslında Galatasaray bütün vaktimi alıyor."
Başkan olduğu günden bu yana sinemaya gitme şansı yakalayamadığını da belirterek, "Bu işlerin de zamanı gelecek" diyor. Müzik diyecek oluyoruz, ayırmadığını her tür müziği severek dinlediğini söylüyor.
Başkan'a ev hayatını soruyoruz.
"Anahtar bile taşımam" diyerek söze giriyor ve devam ediyor: "Eve her döndüğümde kapıyı eşim ya da bir yakınım açar. Ben yumurta kırmayı bile bilmem. İyi ki poşet çaylar çıktı."
Başkan'a televizyon seyrediyor musun diyecek oluyoruz. "Spor programlarından dizilere ya da başka programlara sıra gelmiyor" cevabını veriyor, sözü yeniden Asuman Hanım’a getiriyor.
"Bugün başarılı olduysam bunun iki nedeni var. Karım ve aldığım eğitim" diyen başkan, "Düşünün evde oturmuş televizyon seyrediyor ya da gazete okuyorum. O an canım alakasız bir şey örneğin ceviz istiyor. Daha bir şey söylemeden kafamı kaldırıp baktığımda, Asuman'ın içeri elinde bir ceviz tabağıyla girdiğini görüyorum. Benim ne düşündüğümü, ne istediğimi adeta hissediyor. Bu bir erkeğin sahip olabileceği en büyük şans."
OĞLUM, BENİM GİBİ 10. SINIFTA ÇAKTI!
Başkan'la biraz daha gerilere gitmek, okul yıllarına dönmek istiyoruz. 6 yaşında, ceketli, Galatasaray rozetli fotoğrafını gösteriyor.
"Bu fotoğraf okul yıllarından çok önce çekilmiş. Ben Galatasaray Lisesi'ne gitmemiş bile olsam yine Galatasaraylı olacaktım. Bu fotoğraf bir kanıt" diyor ve okula başlayış öyküsünü şu sözlerle anlatıyor.
"Bursa'nın takdir edilen bir ailesinin ferdiyim. Babam, Türkiye'nin ilk milli kayakçılarından ve Bursa Sanatkarlar Kulübü kalecisi.
O dönemlerde Galatasaray'dan özel maç teklifi geliyor. Takım İstanbul'a geliyor ve Galatasaray Lisesi'nde kalıyor. O dönemlerde Bursa bir Osmanlı kenti. Konaklar var ama tuvaletler bile dışarıda. Okul, Beşiktaşlı olan, babamın hoşuna gidiyor. Bir gün çocuğum olursa burada okumasını isterim; diyor.
Aradan yıllar geçiyor ve bu dileği gerçek oluyor. Sonrasında benim oğlum Murat da Galatasaray Lisesi'ni kazandı. O gün, babam yüzde 50 Galatasaraylı oldu."
Başkan'a okul hayatında nasıl bir talebe olduğunu, kendisini oğluyla karşılaştırmasını istiyoruz.
Hazırlık sınıfında ve orta bölümde çok başarılı olduğunu söylüyor: "Öyle ki 8'inci sınıfta ikmale kalmadan sınıfı geçen 3 öğrenciden biri bendim. Ancak lisede, spor işin içine girince (Özhan Canaydın'ın okul basketbol takımında ve Galatasaray'da basketbol oynadığını, Milli Takım'a seçildiğini hatırlatalım) notlar da düştü. 10. sınıfta çaktım. İlginçtir oğlum da 10. sınıfta kaldı. Ne oldu oğlum dediğimde aldığım cevap karşısında kızamadım bile. Murat, 'Baba sen ne yaptıysan ben de onu yaptım' diyordu..."
CANLI CANLI (!) BİR G.SARAY ÖYKÜSÜ
Yine okul yıllarıyla devam ediyoruz. Başkan'a lise yıllarında kopya çekip çekmediğini soruyoruz.
Gülümsüyor, ve canlı canlı bir kopya hikâyesi anlatıyor.
Burada bir parantez açıp, sınav sırasında soruların dışarı çıkarılıp, cevapların dışarıda yazıldığını, bu cevap kağıtlarının sınıfa tekrar sokulup öğretmene içeride yazılmış gibi teslim edildiğini, bu uygulamaya Galatasaray literatüründe canlı adı verildiğini hatırlatalım. Sonrasında da Başkan'ı dinleyelim:
"9. sınıftayız. Askeri Bey diye bir coğrafya hocası okula o sene gelmiş. Müthiş havalı, Galatasaray'da kopya çekiliyormuş, ben çektirmem deyip hava atıyor. Coğrafya dersinde kopya çekeceğimiz yok ama iş çığırından çıktı. Sınıfça canlı yapma kararı alındı. Herkes 10'luk kağıt verecek. Hoca çileden çıkarılacak. Ben de sınıf mümessiliyim. Askeri Bey sınıfı ikiye böldü. 20 kişi bir ders, diğerleri de sonraki hafta sınav olacak. Neyse sorular dağıtıldı. Galatasaray Lisesi'ne gidenler bilir, sınıf camları büyüktür ve cam önlerinde küçük birer alan vardır. Camların alt bölümleri çok sık kırıldığından genellikle de kontrplaklarla kapatılır.
PES EDİYORUM, BEN BU İŞİ BIRAKTIM
Sınav başladı. Askeri Bey kürsünün üzerine çıktı, fıldır fıldır gözlerle sınıfı tarıyor. Bu arada biz soruları dışarı gönderdik. Sınavın sonuna doğru dışarıda bilinçli bir pandomim koptu. Sınıf mümessili olarak ayağa kalktım, kırık pencereden kalabalığa "sınav var susun" diye bağırdım; bu esnada da yazılı cevap kağıtlarını alıp, ceketimin içine sakladım. Kağıtları almıştık ama nasıl dağıtılacaktı. Hoca mümessil olarak yazılı kağıtlarını toplamamı isteyince rahatladım. Hemen bir elimde sınıf yoklama defteri, gerçekten çok büyüktü, kağıtları toplamaya başladım. Son kağıdı alınca da ceketimin içinden yeni kağıtları elime aldım, diğer topladıklarımı ise yoklama defterinin içine attım. Ancak defter ince. Kağıtlar içinde kalınlık yapıyor, belli oluyor. Yeni bir sorunla karşı karşıyaydım. Bu anda dışarıdaki gürültü devam ediyordu. Yeniden elde defter cama koştum. 'Yeter artık' diye bağırırken kağıtları geri vermeyi başardım.
Bir sonraki hafta da benzeri bir senaryo yaşandı. Askeri Bey tüm çabasına rağmen bize engel olamadı. Cevap kağıtlarını aldı gitti. Tüm sınıfın 10'luk kağıt verdiğini anlayınca da, "Pes ediyorum, ben bu işi bıraktım" diye müdüre koştuğunu biliyorum.
Flört etmeye hiç vakit bulamadım
Başkan'a Galatasaray'ın geleceğiyle ilgili çok seçici davrandığını, adımlarını çok ölçülü ve düşünerek attığını hatırlatıyor ve soruyoruz: Asuman Hanım’la evlenmeye nasıl karar verdiniz?
Başkan düşünmeden cevaplıyor:
Galatasaray için seçici davrandığım doğru ama özel hayatımda ve işimde spot kararlar alır ve uygularım.
Başkalarıyla flört etme zamanı bile bulamadım. Asuman Hanım’la, okul biterken 10 Nisan 1963'te sözlendik. O günden beri beraberiz. Sözlenmeden önce, ailece tanışıyorduk, Bursa'da evlerimiz yakındı. Şunu söyleyebilirim. Hayattaki en isabetli kararım ve en büyük şansım.
Siyaset benim işim değil
Başkanı okul yıllarından alıp tekrar günümüze dönüyoruz. Başkanlığa seçilmeden önce bir tekneniz vardı, sattınız diyoruz. “Fransa bandralıydı. Galatasaray Başkanı Türk Bayrağı taşımayan bir teknede olamazdı” cevabını veriyor. Hemen Fransa ile olan ilişkileri, eylül ayına ertelenen Ermeni tasarısını gündeme getiriyoruz. Başkan çok çalıştıklarını gizlemiyor: “Başta Galatasaray Eğitim Vakfı, sonra kulüp olarak çok çalıştık. Fransa'daki tüm lobimizi harekete geçirdik. Spor kulüpleri, sivil ve resmi kuruluşlarla yazışmalar yapıldı. Tasarının ertelenmesindeki ana etkenlerden birinin de bu çalışmalar olduğunu biliyorum.”
Peki Özhan Canaydın, Galatasaray Kulübü Başkanlığı'nı bıraktığı gün ne yapacak? Örneğin siyasete atılacak mı? Başkan bu konuda net:
“Ben asla Galatasaray'dan kopamam. Siyaseti hiç düşünmedim, düşünmem de. Başkanlığı bıraktıktan sonra yine Galatasaray ile ilgili bir şeyler bulurum.”
Dedik ya, adı Galatasaray olunca dünya Canaydın için küçük bir köye dönüşüyor.
Ve Canaydın diyor ki; “İşte ben o köyde ömür boyu yaşarım.”
Tek kelime ile CANAYDIN
Sarı: Kırmızı.
Asuman: 41 senelik eşim.
Ali Talat: Bir numaralı torunum.
Lise: Tekrar doğarsam, tekrar başlarım.
Loto: Hiç oynamadım.
Altınoluk: Fizikman ve ruhen dinlendiğim tek yer.
Uğur: Yok.
Gülmek: Çok güldüğümü söylesem herhalde inanmazsın. Tabii, arkadaşlarla beraber.
Bordum: 1969'dan beri gittiğim yer. O zamanlar girişinde nüfus tabelasında 3 bin yazıyordu.
Anahtar: Hiç taşımadım.
Yemek: Yumurta bile pişiremem.
Dünya Kupası: Tek favorim Brezilya.
Orhan BALAL - Metin ÜNLÜ
EŞİM AKLIMDAN GEÇENLERİ OKUR
Galatasaray, sevgili başkanın yaşam tarzı dedik. Bu sözümüzü bir anekdokta pekiştirelim ve röportaja öyle geçelim.
Bu küçük anekdot aslında her şeyi ama her şeyi anlatıyor. Efendim, Yıl 1965. Yer Erdek. Nikâh günü. Masada Canaydın çifti.
"Evet"ler deniliyor, imzalar atılıyor.
Kutlama faslından sonra sıra aile fotoğrafı çekimine geliyor.
Ancak damadı ara ki bulasın.
O sırada Galatasaray'dan birileri gelmiş. Sarı-Kırmızılı renklerin sevdalısı Özhan Bey de doğal olarak soluğu orada almış. Sohbet Galatasaray olunca da...
Bugün Özhan Bey’in albümünü karıştırın. Düğün gününden Canaydın'lı tek bir kare bulamazsınız. Peki Galatasaraylılar'ın sevgili yengesi Asuman Hanım’ın buna tepkisi ne olmuş?
Asuman Hanım’ın affına sığınarak açıklayalım.
"O gün anladım ki, Özhan Bey’in hayatındaki birinci öncelik Galatasaray. Düşündüm ve ikinci önceliği kabul ettim. O gün bugün çok ama çok mutluyum..."
GALATASARAYLILAR TERCİH EDİLİR
Başkanın iş hayatına atılması da aynı yıllara rastlıyor. 1963 yılından bu yana vergi mükellefi olduğunu belirten Canaydın, ilk işinde yolunun yine Galatasaray ile kesişmesini ise "bu benim kaderim" diye niteliyor. O tarihte liseden arkadaşı Saffet Beşer'in İskenderun'da ürettiği havlu ipliği bayiliğini alan Canaydın, daha sonra tekstilin hemen her alanında faaliyet göstermiş. 1983 yılından bu yana, ihracata yönelik çalıştığını, Türkiye'ye ciddi miktarda döviz girdisi sağladığını, 2 bin kişilik bir orduyu yönettiğini belirterek iş yerindeki en ilginç kuralını şu sözlerle dile getiriyor:
"Ham madde alımlarında aynı ürünü satan kişiler arasında Galatasaraylı olanlar tercih edilir."
ANAHTAR BİLE TAŞIMAM
Söyledik ya, Başkan'la Galatasaray dışında özel hayatını konuşacağız diye. Ancak bu olanaksız. Çünkü hangi konuya girseniz konu dönüp dolaşıp Sarı-Kırmızılı dünyaya geliyor.
Müzik, yemek, sinema diyoruz.
Şu Çılgın Türkler'i okuduğunu söylüyor ve ekliyor:
"Aslında Galatasaray bütün vaktimi alıyor."
Başkan olduğu günden bu yana sinemaya gitme şansı yakalayamadığını da belirterek, "Bu işlerin de zamanı gelecek" diyor. Müzik diyecek oluyoruz, ayırmadığını her tür müziği severek dinlediğini söylüyor.
Başkan'a ev hayatını soruyoruz.
"Anahtar bile taşımam" diyerek söze giriyor ve devam ediyor: "Eve her döndüğümde kapıyı eşim ya da bir yakınım açar. Ben yumurta kırmayı bile bilmem. İyi ki poşet çaylar çıktı."
Başkan'a televizyon seyrediyor musun diyecek oluyoruz. "Spor programlarından dizilere ya da başka programlara sıra gelmiyor" cevabını veriyor, sözü yeniden Asuman Hanım’a getiriyor.
"Bugün başarılı olduysam bunun iki nedeni var. Karım ve aldığım eğitim" diyen başkan, "Düşünün evde oturmuş televizyon seyrediyor ya da gazete okuyorum. O an canım alakasız bir şey örneğin ceviz istiyor. Daha bir şey söylemeden kafamı kaldırıp baktığımda, Asuman'ın içeri elinde bir ceviz tabağıyla girdiğini görüyorum. Benim ne düşündüğümü, ne istediğimi adeta hissediyor. Bu bir erkeğin sahip olabileceği en büyük şans."
OĞLUM, BENİM GİBİ 10. SINIFTA ÇAKTI!
Başkan'la biraz daha gerilere gitmek, okul yıllarına dönmek istiyoruz. 6 yaşında, ceketli, Galatasaray rozetli fotoğrafını gösteriyor.
"Bu fotoğraf okul yıllarından çok önce çekilmiş. Ben Galatasaray Lisesi'ne gitmemiş bile olsam yine Galatasaraylı olacaktım. Bu fotoğraf bir kanıt" diyor ve okula başlayış öyküsünü şu sözlerle anlatıyor.
"Bursa'nın takdir edilen bir ailesinin ferdiyim. Babam, Türkiye'nin ilk milli kayakçılarından ve Bursa Sanatkarlar Kulübü kalecisi.
O dönemlerde Galatasaray'dan özel maç teklifi geliyor. Takım İstanbul'a geliyor ve Galatasaray Lisesi'nde kalıyor. O dönemlerde Bursa bir Osmanlı kenti. Konaklar var ama tuvaletler bile dışarıda. Okul, Beşiktaşlı olan, babamın hoşuna gidiyor. Bir gün çocuğum olursa burada okumasını isterim; diyor.
Aradan yıllar geçiyor ve bu dileği gerçek oluyor. Sonrasında benim oğlum Murat da Galatasaray Lisesi'ni kazandı. O gün, babam yüzde 50 Galatasaraylı oldu."
Başkan'a okul hayatında nasıl bir talebe olduğunu, kendisini oğluyla karşılaştırmasını istiyoruz.
Hazırlık sınıfında ve orta bölümde çok başarılı olduğunu söylüyor: "Öyle ki 8'inci sınıfta ikmale kalmadan sınıfı geçen 3 öğrenciden biri bendim. Ancak lisede, spor işin içine girince (Özhan Canaydın'ın okul basketbol takımında ve Galatasaray'da basketbol oynadığını, Milli Takım'a seçildiğini hatırlatalım) notlar da düştü. 10. sınıfta çaktım. İlginçtir oğlum da 10. sınıfta kaldı. Ne oldu oğlum dediğimde aldığım cevap karşısında kızamadım bile. Murat, 'Baba sen ne yaptıysan ben de onu yaptım' diyordu..."
CANLI CANLI (!) BİR G.SARAY ÖYKÜSÜ
Yine okul yıllarıyla devam ediyoruz. Başkan'a lise yıllarında kopya çekip çekmediğini soruyoruz.
Gülümsüyor, ve canlı canlı bir kopya hikâyesi anlatıyor.
Burada bir parantez açıp, sınav sırasında soruların dışarı çıkarılıp, cevapların dışarıda yazıldığını, bu cevap kağıtlarının sınıfa tekrar sokulup öğretmene içeride yazılmış gibi teslim edildiğini, bu uygulamaya Galatasaray literatüründe canlı adı verildiğini hatırlatalım. Sonrasında da Başkan'ı dinleyelim:
"9. sınıftayız. Askeri Bey diye bir coğrafya hocası okula o sene gelmiş. Müthiş havalı, Galatasaray'da kopya çekiliyormuş, ben çektirmem deyip hava atıyor. Coğrafya dersinde kopya çekeceğimiz yok ama iş çığırından çıktı. Sınıfça canlı yapma kararı alındı. Herkes 10'luk kağıt verecek. Hoca çileden çıkarılacak. Ben de sınıf mümessiliyim. Askeri Bey sınıfı ikiye böldü. 20 kişi bir ders, diğerleri de sonraki hafta sınav olacak. Neyse sorular dağıtıldı. Galatasaray Lisesi'ne gidenler bilir, sınıf camları büyüktür ve cam önlerinde küçük birer alan vardır. Camların alt bölümleri çok sık kırıldığından genellikle de kontrplaklarla kapatılır.
PES EDİYORUM, BEN BU İŞİ BIRAKTIM
Sınav başladı. Askeri Bey kürsünün üzerine çıktı, fıldır fıldır gözlerle sınıfı tarıyor. Bu arada biz soruları dışarı gönderdik. Sınavın sonuna doğru dışarıda bilinçli bir pandomim koptu. Sınıf mümessili olarak ayağa kalktım, kırık pencereden kalabalığa "sınav var susun" diye bağırdım; bu esnada da yazılı cevap kağıtlarını alıp, ceketimin içine sakladım. Kağıtları almıştık ama nasıl dağıtılacaktı. Hoca mümessil olarak yazılı kağıtlarını toplamamı isteyince rahatladım. Hemen bir elimde sınıf yoklama defteri, gerçekten çok büyüktü, kağıtları toplamaya başladım. Son kağıdı alınca da ceketimin içinden yeni kağıtları elime aldım, diğer topladıklarımı ise yoklama defterinin içine attım. Ancak defter ince. Kağıtlar içinde kalınlık yapıyor, belli oluyor. Yeni bir sorunla karşı karşıyaydım. Bu anda dışarıdaki gürültü devam ediyordu. Yeniden elde defter cama koştum. 'Yeter artık' diye bağırırken kağıtları geri vermeyi başardım.
Bir sonraki hafta da benzeri bir senaryo yaşandı. Askeri Bey tüm çabasına rağmen bize engel olamadı. Cevap kağıtlarını aldı gitti. Tüm sınıfın 10'luk kağıt verdiğini anlayınca da, "Pes ediyorum, ben bu işi bıraktım" diye müdüre koştuğunu biliyorum.
Flört etmeye hiç vakit bulamadım
Başkan'a Galatasaray'ın geleceğiyle ilgili çok seçici davrandığını, adımlarını çok ölçülü ve düşünerek attığını hatırlatıyor ve soruyoruz: Asuman Hanım’la evlenmeye nasıl karar verdiniz?
Başkan düşünmeden cevaplıyor:
Galatasaray için seçici davrandığım doğru ama özel hayatımda ve işimde spot kararlar alır ve uygularım.
Başkalarıyla flört etme zamanı bile bulamadım. Asuman Hanım’la, okul biterken 10 Nisan 1963'te sözlendik. O günden beri beraberiz. Sözlenmeden önce, ailece tanışıyorduk, Bursa'da evlerimiz yakındı. Şunu söyleyebilirim. Hayattaki en isabetli kararım ve en büyük şansım.
Siyaset benim işim değil
Başkanı okul yıllarından alıp tekrar günümüze dönüyoruz. Başkanlığa seçilmeden önce bir tekneniz vardı, sattınız diyoruz. “Fransa bandralıydı. Galatasaray Başkanı Türk Bayrağı taşımayan bir teknede olamazdı” cevabını veriyor. Hemen Fransa ile olan ilişkileri, eylül ayına ertelenen Ermeni tasarısını gündeme getiriyoruz. Başkan çok çalıştıklarını gizlemiyor: “Başta Galatasaray Eğitim Vakfı, sonra kulüp olarak çok çalıştık. Fransa'daki tüm lobimizi harekete geçirdik. Spor kulüpleri, sivil ve resmi kuruluşlarla yazışmalar yapıldı. Tasarının ertelenmesindeki ana etkenlerden birinin de bu çalışmalar olduğunu biliyorum.”
Peki Özhan Canaydın, Galatasaray Kulübü Başkanlığı'nı bıraktığı gün ne yapacak? Örneğin siyasete atılacak mı? Başkan bu konuda net:
“Ben asla Galatasaray'dan kopamam. Siyaseti hiç düşünmedim, düşünmem de. Başkanlığı bıraktıktan sonra yine Galatasaray ile ilgili bir şeyler bulurum.”
Dedik ya, adı Galatasaray olunca dünya Canaydın için küçük bir köye dönüşüyor.
Ve Canaydın diyor ki; “İşte ben o köyde ömür boyu yaşarım.”
Tek kelime ile CANAYDIN
Sarı: Kırmızı.
Asuman: 41 senelik eşim.
Ali Talat: Bir numaralı torunum.
Lise: Tekrar doğarsam, tekrar başlarım.
Loto: Hiç oynamadım.
Altınoluk: Fizikman ve ruhen dinlendiğim tek yer.
Uğur: Yok.
Gülmek: Çok güldüğümü söylesem herhalde inanmazsın. Tabii, arkadaşlarla beraber.
Bordum: 1969'dan beri gittiğim yer. O zamanlar girişinde nüfus tabelasında 3 bin yazıyordu.
Anahtar: Hiç taşımadım.
Yemek: Yumurta bile pişiremem.
Dünya Kupası: Tek favorim Brezilya.
Orhan BALAL - Metin ÜNLÜ