Page 1 of 7

Posted: Fri Jan 19, 2007 6:09 pm
by Tolga Girici
Faili mechul cinayetler tekrar hortladi maalesef. Ermeni kokenli Turk gazeteci Hrant Dink'i oldurmusler bugun. Zaten devamli tehditler aliyormus, avukatlarinin dedigi kadariyla. BUnu yapan her kimse aslinda Turkiye'ye kursun siktiginin farkinda degil herhalde. Allah rahmet eylesin.
Gazeteci Hrant Dink silahlı saldırıda öldü


Gazeteci Hrant Dink silahlı saldırıda öldü Gazeteci yazar Hrant Dink, Agos Gazetesi'nin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

Cumhuriyet Savcılığı’ndan alınan ilk bilgilere göre, Hrant Dink, gazetenin önünde arkadan kafasına aldığı iki kurşunla hayatını kaybetti. Görgü tanıkları beyaz şapkalı birinin ateş ettiği bilgisini verdi. Gazetenin yayın kurulu üyesi Serkis Seropyan, Dink'in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, ”Birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış” dedi. Görgü tanıkları, 1.65 boylarında, 25-30 yaşlarında bir kişinin koşarak ara sokağa kaçtığını ifade ettiler.

İKİ KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Dink'e silahlı saldırıda bulunduğu öne sürülen ve eşkali belirlenen saldırganın yakalanması amacıyla, polisin bölgedeki çalışmaları sürüyor. Halaskargazi Caddesi üzerindeki gazete binasından çıkışı sırasında silahlı saldırı sonucu ölen Hırant Dink'e silahlı saldırıda bulunan kişinin, 18-19 yaşlarında, kot pantolonlu ve beyaz şapkalı olduğu bildirildi.Polis, saldırganın yakalanması amacıyla bölgede, metro, otobüs ve vapur iskelelerinde güvenlik önlemleri aldı. Polis kaynaklarından alınan bilgiye göre Taksim yakınlarında eşgale uyan iki kişi gözaltına alındı.

CESET BİR SAAT BEKLETİLDİ
BAŞBAKAN AÇIKLAMA YAPACAK

Dink, suikast sonucu hayatını kaybettiği sırada Başbakan tayyip Erdoğan liderliğinde toplantıda olan Bakanlar Kurulu'na haberin verilmesinin ardından Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile İçişleri Abdülkadir Aksu, salonu terk etti

Üst kattaki makam odalarına çıkan iki bakan olayla ilgili bilgi topladı. Bir süre İstanbul ile görüşen iki bakan daha sonra toplantı salonuna geri döndü. Bakanlar Kurulu toplantısının sona ermesinin ardından Başbakan Erdoğan'ın konuyla ilgili bir açıklama yapacağı bildirildi.

Gazeteci Dink’in beyaz örtüyle üstü örtülmüş cesedi yaklaşık bir saat Halasgargazi Caddesi üzerinde bulunan Sebat Apartmanı’nın önünde bekletildi. Polis tarafından çevirilen binanın etrafından güvenlik çemberi oluşturuldu. Dink’in arkadaşları Ali Bayramoğlu ve Nuray Mert, Agos Gazetesi’ne gelen ilk kişilerden oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in ve olay yeri inceleme ekiplerinin gelmesinin ardından Dink'in cesedi olay yerinden alındı. İstanbul Valisi Muammer Güler de Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'e yönelik silahlı saldırının ardından olay yerine geldi.

PROTESTO GÖSTERİSİ YAPILDI

Cesedin olay yerinden alınarak ambulansla Adli Tıp Kurumu'na nakledildiği sırada olay yerinde toplanan bir grup, Dink'i alkışlarla uğurladı. Daha sonra "Yaşasın halkların kardeşliği", "Katil devlet hesap verecek" ve "Hrantlar ölmez" sloganları atıldı.

DÜNYA BASINI FLAŞ OLARAK VERDİ

Uluslararası haber ajansları ve haber kanalları haberi flaş olarak verdi. Reuters, Türk asıllık Ermeni yazar Hrant Dink'in silahlı saldırı sonucu öldürüldüğünü haber verdi. Fransız haber Ajansı AFP ise, "Dink, genel yayın yönetmeni olduğu haftalık Agos gazetesinin önünde öldürüldü" dedi. BBC ise, "Türk-Ermeni yazarı, ateş edilmesi sonucu öldürüldü" sözleriyle haberi duyurdu.

52 YAŞINDAYDI

Hrant Dink 15 Eylül 1954'te Malatya'da doğdu. Anne-babası 1961 yılında Malatya'dan İstanbul'a taşınmalarının ardından boşandı. Hrant ve iki kardeşi ailenin bölünmesinin ardından Gedikpaşa’daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirildi.

Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji eğitimi aldı. Bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi.

MÜCADELE İLE GEÇEN BİR HAYAT

Kardeşleriyle birlikte açtıkları yayınevi, kırtasiye işini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Dink, Denizli Piyade Alayı'nda sekiz ay askerlik yapar.

Bazı cemaat gazetelerinde kitap eleştirileri ile başlayan yazı hayatı, basında çıkan yalan haberlere gönderdiği düzeltmeler ile duyulmaya başlar. Patrikhane’ye, ‘Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır’ diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete çıkarmayı önerir. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Agos gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlenir. Agos dışında Zaman gazetesi'nde yazar. Ermeni Diasporasına 1915 olayları için soykırım kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan Dink, Ekim 2005'te "Türklüğe hakaret"ten 6 ay hapis cezası aldı.

Posted: Fri Jan 19, 2007 6:25 pm
by Ismail Gezer
Bu işin arkasında kim varsa ana-avrat küfretmek geliyor içimden. Aslında ediyorumda, yazmıyorum..

İşin arkasında kimlerin olduğuna dair birkaç birşey ortaya çıksında küfürlerin, bedduaların adresi belli olsun..

Ama kesin olan şu ki, bu cinayet Türkiyeye çok zarar verecek..

Posted: Fri Jan 19, 2007 6:40 pm
by Ufuk Sezekkaplan
Ismail Gezer wrote:Bu işin arkasında kim varsa ana-avrat küfretmek geliyor içimden. Aslında ediyorumda, yazmıyorum..
Bu tip bir cinayeti 2 amatorun islemeyecegi ortada. Bunlar elbette tetikci ama bu isin arkasinda ciddi olusumlar olmali. Mahir Kaynak'in dedigi gibi, bu tip olaylarda, kim olayin neticesinden fayda sagliyacak, ona bakmak lazim. Acaba bu tip suikastlerin arkasi gelecek mi ? Bir donem (Ugur Mumcu'nun olduruldugu siralarda) hep ayni dusunce yapisindaki insanlar kisa araliklarla suikasta ugramisti. Yine oyle olabilir.

Posted: Fri Jan 19, 2007 7:16 pm
by Alpay Dedeoglu
Orhan Pamuk basligi altinda Hrant Dink haberinin olmasi
benim icin ayrica bir uzuntu. Ortak paydaları sadece yazar ve degindikleri
Ermeni meselesi kelimeleri o kadar.

Cok yazik, cok aptalca, cok cok kotu. Gercekten muhalif ve cesur
bir yazardi. Her zaman ayni fikri paylasamasam bile cok saygi duydugum bir insandi. Orhan Pamuk onun tirnagi bile olamaz.

İleride bir zamanlar Ermenistanla ve diger diaspora Ermenileriyle normal iliskiler kurma yolunda en onemli aracilardan biri olabilirdi. Bazi soyledikleri hosumuza gitmese bile, biliyorduk gibi o gercekten buna inandigi icin soyluyordu.(Birileri gibi bir amaclara ulasip sahibininin sesi olmak icin degil. ) Bunun zorluklarini bizzat yasamisti. Muhalifligi tutarliydi, yalniz TC hukumetlerine degil, kendi Ermeni patrikligine, diasporaya, Ermenistana , emperyalist guclere karsi soylemleride vardi.
Bu toplumda Ermeni , solcu ve muhalif olarak yasamanin zorluklarini fazlasiyla cekmesine ragmen, gene de kendini bu milletin bir ferdi kabul edip, kin gutmeden bizler icin insanca yasami ve birey hakkini savunurdu.

Allah rahmet eylesin..

Posted: Fri Jan 19, 2007 7:29 pm
by Tolga Girici
Alpay Dedeoglu wrote:Orhan Pamuk basligi altinda Hrant Dink haberinin olmasi
benim icin ayrica bir uzuntu. Ortak paydaları sadece yazar ve degindikleri
Ermeni meselesi kelimeleri o kadar.
Allah rahmet eylesin..
Alpay Abi, yeni baslik acmayayim diye oyle yaptim, ama Orhan Pamuk - Hrant Dink farki konusunda soylediklerine katiliyorum. Inandiklarini sonuna kadar , ama yapici bir sekilde savunan bir insandi. Ulkesini cok seviyordu. Asagidaki 10 Ocak tarihli son yazisindan da bunu anlayabiliyoruz:


ruh halimin güvercin tedirginliği

başlangıcında, “türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla şişli cumhuriyet savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. bu ilk değildi. benzer bir davaya zaten urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “türk olmadığımı... türkiyeli ve ermeni olduğumu” söylediğim için “türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.

duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. hiç ilgilenmiyordum. urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.

şişli savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.
soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.kendimden emindim
ama hayret işte! dava açılmıştı.
yine de iyimserliğimi kaybetmedim.

o kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat kerinçsiz’e “çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. kendimden emindim, gerçekten yazımda türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.

nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen istanbul üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.

endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.
“ya sabır” çeke çeke...
ama dönülmedi.
savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.
mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. şaşkındım... kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.

“bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.

davanın her celsesinde “türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. her seferinde “türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.

pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.

tüm bunlara “ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.

tek silahım samimiyetim ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.

hakim “türk milleti” adına karar vermişti ve benim “türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti. her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.

benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.

işte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:

“avukatlarıma danışacağım. yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse avrupa insan hakları mahkemesi’ne de gideceğim. bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”

bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. tek silahım samimiyetimdi.

kara mizah

ama gelin görün ki beni türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de agos’takiydi. agos sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “kara mizah” dedikleri bu olsa gerek.
ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?
ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.

“türk devleti adına”

itiraf etmeliyim ki türkiye’deki “adalet sistemi”ne ve “hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.

nasıl yitirmeyeyim? bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?

ama gelin görün ki, bu ülkenin yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.

yargı yurttaşın haklarını değil, devlet’i koruyor.
yargı yurttaşın yanında değil, devlet’in güdümünde.
nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “türk milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “türk milleti adına” değil, “türk devleti adına” verilmiş bir karardı bu. dolayısıyla, avukatlarım yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?

hem sonra zaten, yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?
azınlık vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı yargıtay imza atmamış mıydı?
başsavcının çabasına rağmen
nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?
yargıtay başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama yargıtay yine de beni suçlu buldu.
ben yazdığımdan ne kadar eminsem yargıtay başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı genel kurul’a taşıdı.
ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. nitekim genel kurul’da da oy çokluğuyla benim türklüğü aşağıladığım ilan edildi.

güvercin gibi

şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle hrant dink’i artık “türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
(bu mektuplardan birinin bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu şişli savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
“bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.
ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “a bak, bu o ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
tıpkı bir güvercin gibiyim...
onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
başım onunki kadar hareketli... ve anında dönecek denli de süratli.

işte size bedel

ne diyordu dışişleri bakanı abdullah gül? ne diyordu adalet bakanı cemil çiçek?
“canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”
sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...
işte size bedel... işte size bedel...
insanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar..? bilir misiniz..?
siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“ölüm-kalım” dedikleri
kolay bir süreç değil yaşadıklarım... ve ailece yaşadıklarımız.
ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...
o noktada hep çaresiz kaldım.
“ölüm-kalım” dedikleri bu olsa gerek. kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
işte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. bana güveniyorlardı.
ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“gidelim” dersem geleceklerdi, “kalalım” dersem kalacaklardı.
kalmak ve direnmek
iyi de, gidersek nereye gidecektik?
ermenistan’a mı?
peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
şunun şurasında üç gün batı’ya gitsem, dördüncü gün “artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
rahat bana batardı!
“kaynayan cehennemler”i bırakıp, “hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.
biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
kalacaktık ve direnecektik.
bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola... atalarımız gibi... nereye gideceğimizi bilmeden... yürüyerek yürüdükleri yollardan... duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...
öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... her neresiyse.

ürkek ve özgür

dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
şimdi artık avrupa insan hakları mahkemesi’ne başvuruyorum.
bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

Posted: Fri Jan 19, 2007 8:37 pm
by Ali Gursel
Alpay Dedeoglu wrote:Orhan Pamuk basligi altinda Hrant Dink haberinin olmasi
benim icin ayrica bir uzuntu. Ortak paydaları sadece yazar ve degindikleri
Ermeni meselesi kelimeleri o kadar.
Sevgili Alpay,

Ikisinin de 301 diye bir maddeden yargilandiklarini unutmussun ortak paydalari sayarken. Hani ben ortak payda hosgorusuzluk, dusunce ve ifade ozgurlugunden ne anlasildigi, imam cemaat iliskileri falan diye dusunuyorum da ondan eklemeden edemedim.

Bence en yakistigi yerdi Orhan Pamuk basligi bu cok uzucu haberin.


Ali

Cok yazik

Posted: Fri Jan 19, 2007 8:58 pm
by Yigit Kavurmacioglu
Oncelikle hepimizin basi sagolsun. Allah yakinlari sabir versin. Fikrine katilip veya katilmayalim cok degerli bir vatandasimizi kaybettik. Egip, bukmeden fikrini soyleyen bir insandi, her zaman en cok deger verilmesi gerekenlerden.

Umarim, bu kotu olay bir guzellige vesile olur ve toplum bu cenazeye sahip cikar. Taskinlik yapmadan birlik ve beraberlik gosterir

Selam, sevgiler

Posted: Fri Jan 19, 2007 9:33 pm
by Can Baysan
Hrant Dink'i seversiniz-sevmezsiniz, fikirlerine katılırsınız-katılmazsınız, o ayrı bir mecra...
Fakat yaşam hakkının elinden alınmasını lanetlememek bir insanlık suçudur.
Bu eylem, yalnızca Dink'e kin duyan 18-19 yaşlarında bir fanatik, azgın milliyetçinin kendince aldığı intikam mıdır; yoksa arkasında çok çeşitli menfaat gruplarının derin plan ve arzuları mı bulunmaktadır? Bence ikincisi.
İpleri elinde oynatanlar, Türkiye'ye bilerek ya da bilmeden fevkalade zarar vermişlerdir.

Posted: Fri Jan 19, 2007 10:19 pm
by Burak Sağlam
Murat Bey Orhan Pamuk için suikast yada linç kehanetinde bulunmuştu ama Hrant Dinki vurdu bu sefer kurşunlar.

Kimse bunun basit bir olay olabileceğini aklına dahi getirmesin.Orhan Pamuk başlığı altında dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım bu işlerin çok büyük ve karmaşık olduğuydu buda bir parçası.

Çok ama çok yazık oldu.Fikir, yaşama ve bunun gibi özgürlüklerin hiçbirinin ülkemizde olamayacağı imajı kalın çizgilerle yazıldı dünyanın zihnine.Ermenistan ile yada ermeni vatandaşlarımızla kurulabilecek bir köprü yandı gitti.Bu işinde sonu bulunamayacak bunu bilin.En fazla bir maşa önümüze atılır sonra diğerleri gibi kapanıp gider.Şu ülkede derin devlet, derin ordu,derin bilmemnelerden kurtulup bu vatanın sahibi demokrasi aracılığı ile vatandaştır anlayışı yerleşene kadar daha çok insan ölecek yada eziyet çekecek.

Ailesine sabırlar diliyorum.ALLAH c.c günahını affetsin.

Posted: Fri Jan 19, 2007 10:53 pm
by Ozgur Huseyinoglu
Ali Gursel wrote:
Alpay Dedeoglu wrote:Orhan Pamuk basligi altinda Hrant Dink haberinin olmasi
benim icin ayrica bir uzuntu. Ortak paydaları sadece yazar ve degindikleri
Ermeni meselesi kelimeleri o kadar.
Sevgili Alpay,

Ikisinin de 301 diye bir maddeden yargilandiklarini unutmussun ortak paydalari sayarken. Hani ben ortak payda hosgorusuzluk, dusunce ve ifade ozgurlugunden ne anlasildigi, imam cemaat iliskileri falan diye dusunuyorum da ondan eklemeden edemedim.

Bence en yakistigi yerdi Orhan Pamuk basligi bu cok uzucu haberin.

Ali
Turkiyedeki azinliklarla ilgili ettigi sozler Pamuk'un Nobel basligi altinda en onemli konulardan biriydi ama, Alpay gibi, ben de bu konunun ayri bir baslik altinda islenmesi gerektigini dusundugum icin ayirdim.

Cok yakindan bilmisligim, takibetmisligim yoktu kendisini. Ama burdan ve baska kaynaklardan gordugum birkac yazisi, ve bir TV programindaki ifadelerinden "Adam gibi adam" tabir edilen kisilerden oldugu, memleket icin bir "deger" oldugu kanisina varmam zor olmadi. Sozu edildigi gibi, uzlasmaya ulasilmasinda gercekten katkisi olabilecek (Pamuk'un kat ve kat otesinde) birisi olabilirmis, cok yazik memleket adina... Allah ona rahmet, hepimize sabir eyleye...

Posted: Fri Jan 19, 2007 11:26 pm
by Ismail Gezer
Tartışmalı yazı dizisinin son üç bölümü
Ermeni'nin 'Türk'ü
23 Ocak 2004
Küresel ve evrensel değerlerin yerel değerleri tahakküm altına aldığı çağımızda, kültürel kimliğini tam anlamıyla yaşamak bir yana, kimliğini bir nebze yaşatabilmek için dahi Diasporanın özel çaba göstermesi gerekir.
Bu özel çabanın ise her zaman için özel nedenlere ve araçlara ihtiyacı vardır.
Ermeniler ve Yahudiler bu özel nedenlere sahip Diasporanın bilinen iki klasik örnekleridir.
Her ikisinin de özel nedeni aynıdır... Soykırıma uğramış olmak.
Dolayısıyla onlara kimliklerini korumayla ilgili insanlığın tanıdığı hak bir miktar ayrımcı ve pozitiv durumda olmalıdır.
Hakikaten de, Yahudiler bu pozitiv hakkı layıkıyla kullanabilmiş ve kimliklerini korumada onlara bahşedilen toleransı çok iyi değerlendirerek, dini inanışlarından aldıkları "Tanrının ayrıcalıklı halkı" ünvanını dünyadan aldıkları "Yeryüzünün ayrıcalıklı halkı" noktasına kadar taşımışlardır.
Ne var ki aynı durum Ermeni halkı için sözkonusu olmamıştır.
***
Dünya Yahudi soykırımına karşı gösterdiği hassasiyeti Ermeniler'den esirgemiş, bu ise Ermeni kimliğinde en büyük tahribatın yaşanmasına sebep olmuştur.
"Hakkı esirgenmiş Ermeniler" bundan böyle kimliğini "Gerçekleri talep etme inad"ı üzerinden yaşamaya çabalamış, gelinen noktada da bu inat Diaspora Ermeni kimliğinin temel düsturu haline dönüşmüştür.
Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür.
İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır.
Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır.
***
Dünyanın gerçekleri hâlâ kabul etmemiş olması bir yana, Ermeni kimliğini asıl tahrip eden, Türkler'in bu konuda kıllarını bile kıpırdatacak bir yaklaşım içinde olmamalarıdır.
Nitekim kıyaslandığında görülecektir ki, Yahudiler'in bugünkü seviyeye erişmesinde asıl etken kendi becerilerinden ziyade, onlara soykırım uygulayan Alman halkının sonradan oynadığı şefkatli roldür.
Soykırım sorumluluğunu üstlenen Almanlar'ın Yahudiler'den özür dilemesiyle birlikte bu halk yaşadığı travmayı üzerinden atarak ruh sağlığına kavuşmuş ve ancak bundan sonra kültürel kimliğinin açılımlarını sağlayabilmiştir.
Ne var ki Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir.
***
Ermeni kimliğini analiz ederken "İslam" ve "Türk" olgularının bu kimlik üzerinde oynadığı rolün hakkını teslim etmek gerekir.
Sonuçta Ermeniler'in bin yılı aşkın süre İslamla ve Türklerle yaşanmış bir biraradalığı mevcuttur.
Öyle ki, Ermenileri Batılı Hıristiyanlar'dan ayıran önemli özelliklerden biri, onların öteden beri İslamlarla birlikte yaşamış olmalarıdır. Batılı Hıristiyanlar daha ziyade Hıristiyan-Hıristiyan'a yaşarken, Ermeniler çoğu kez İslamlarla yan yana, kimi zaman da iç içe yaşayarak farklı bir deneyimin sahibi olmuşlardır.
Bugünün güncel tartışmalarında çok söylenegeldiği gibi Avrupalı Hristiyanlar, Müslümanlar'ın da içinde yer aldığı çokkültürlü bir yaşam biçimine henüz yeni yeni adapte olurken, Ermeniler Doğudaki Hıristiyan milletler gibi (Süryaniler, Keldaniler v.s) bu realiteyi iyi ve kötü yönleriyle uzun süre yaşamışlardır.
Dolayısıyla asırlar süren bu İslamla biraradalığın Ermeni kimliğinin şekillenmesinde de yadsınamaz bir rolü elbette olacaktır ancak Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken "Türk" olgusudur.
***
Ermeni'nin ve Türk'ün birbirleriyle ilişkileri ve birbirlerinden etkileşimleri öyle iki kelimeyle geçiştirilecek bir sıradanlıkta değildir. Asırlar süren ilişkilerde birbirinden alınan o kadar çok iyi ve kötü kimlik donanımları sözkonusudur ki, kimi zaman davranış biçimlerinde birini diğerinden ayırmak hayli güçtür.
Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak tanımlamak her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915'te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz, bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler.
Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla.
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama- Ermeniler'in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir.
Özellikle Türkler 1915'e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir.
***
Sonuçta görülüyor ki işte "Türk" Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir.
Asıl önemli sorun ise Ermeni'nin kimliğindeki bu Türk'ten kurtulup kurtulamayacağıdır

'Türk'ten kurtulmak
30 Ocak 2004
Ermeni kimliğinin "Türk"ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye'nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir.
Bu tutum hemen olmasa da, zaman içinde "Türk" unsurunun Ermeni kimliğinden uzaklaşmasına yol açabilir.
Ne var ki bu şıkkın gerçekleşmesi şimdilik zor bir olasılık.
İkinci yol ise bizzat Ermeni'nin "Türk"ün etkisini kendi kimliğinden atması.
İlkine göre bu ikincisi, daha bir kendi iradesi ve inisiyatifine bağlı olduğundan, gerçekleşme ihtimali daha fazla.
Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur.
***
Ermeni dünyasının bunu nasıl başarabileceği ise tamamiyle mevcut duruma yeni bir anlayışla bakabilmesiyle ilişkilidir.
1915'e bakmak örneğin...
Ermeni dünyası yaşadığı tarihi dramın gerçekliğinin farkındadır ve bu gerçeklik bugün dünya ülkelerinin ya da Türkiye'nin kabul edip etmemesiyle değişecek değildir. Onlar kabul etmese de Ermeni ulusunun vicdanında olan bitenin adı başından beri kazınmıştır. Dolayısıyla Dünya'dan ne de Türkiye'den bu gerçekliğin tanınmasını beklemek Ermeni dünyasının yegane hedefi olamaz.
Gayrı herkesi kendi vicdansızlığıyla başbaşa bırakma zamanı gelip de geçmiştir.
***
Bu gerçekliği kabul edip etmemek esasen herkesin kendi vicdani sorunudur, bu vicdan da temelini bizatihi insanlık denilen ortaklığımızdan -"İnsan" kimliğimizden- alır.
Dolayısıyla gerçeği kabul edenler, asıl olarak kendi insanlıklarını arındırırlar.
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız'ın, Alman'ın, Amerikalı'nın ve ille de Türk'ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve "Türk"ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir.
Ermeni kimliğinin çektiği bunca sancı artık yeterlidir, sancıyı bundan böyle biraz da insanlık denen aleme terketmek gerekir.
***
Kimliksel dinginliğini "Türk"ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden "Türk"e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir.
Ermeni dünyası, kimliğinin geleceğine bundan böyle, öylesi kavramlar yüklemelidir ki bu kavramlar bu ulusun körelmiş üretim yeteneğini tekrar fişekleyebilecek iticilikte olsun.
İşte bu nedenle, "Kendi acısını sırtlayacak ve gerekirse mahşere kadar da onuruyla kendisi taşıyacak" bir anlayışı Ermeni kimliğine hakim kılmak en temel yönelim olmalıdır.
Aksi durumda Ermeni dünyası kendini başkalarının gerçeği kabul edip etmeme insafına zincirlemiş olur ki...
Bu da gerçek tutsaklığın ta kendisidir.
***
Ermeni dünyasının kendisini "Türk"ten kurtardığında, kimliğinde bir boşluk yaşayacağını ve özellikle de Diaspora Ermenileri'nin kimliksel çözünürlüğünün hız kazanacağını sananlar aldanırlar.
Ermeni kimliğinde "Türk"ten geriye kalacak boşluğu dolduracak çok daha yaşamsal bir olgu sözkonusudur o da bizatihi bağımsız Ermenistan devletinin varlığıdır.
Bundan onbeş yıl önce var olmayan bu yeni heyecan, artık her türlü etkinin ve etkenin üstünde Ermeni kimliği üzerinde büyük bir rol oynamaya namzettir.
Ermeni dünyasının geleceğini, bu minik ülkenin gelecekteki refahına ve içinde yaşayanların mutluluğuna endekslemesi aynı zamanda kendi kimliğini rahatsız eden sancılardan kurtuluşunun da bir işareti olacaktır.
***
Ermeni kimliğinin "Türk"ten kurtuluşunun yolu gayet basittir:
"Türk"le uğraşmamak...
Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı yeni alan ise artık hazırdır:
Gayrı Ermenistan'la uğraşmak.

Ermenistan'la tanışmak
13 Şubat 2004
"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur.
Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun.
Bu farkındalığın asıl sorumlusu ise Diaspora'ya yayılmış Ermenilerden ziyade Ermenistan yönetimleridir. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluklarının bilincinde olmaları ve gereğini yerine getirmeleri aslolandır.
***
Ne var ki 12 yıllık bağımsızlık döneminde Diaspora ile Ermenistan ilişkilerine bakıldığında, Ermenistan hükümetlerinin henüz bu sorumluluğun bilincine yeterince varmadıkları görülür. Birkaç gösterişli "Pan Armenian Buluşması" dışında işlevsel bir "Diaspora-Ermenistan buluşması" mekanizması dahi kurulamamıştır.
Ermenistan'ın Diaspora ile ilişkileri bazen Diaspora'nın bazen de Ermenistan'ın inisiyatifinde ağır aksak yürütülmüş, kalıcı ve daha ziyade Ermenistan merkezli bir kurumlaşmaya gidilememiştir.
***
Oysa Ermenistan'ın çoktan özel ve çok güçlü bir Diaspora Bakanlığı kurmuş olması gerekirdi. Bu bakanlık sayesinde de dünyanın en ücra köşelerine dahi dağılmış ve dağılacak tek Ermeni bireyinin dahi nasıl kucaklanabileceği temel bir kaygıya dönüştürülebilir, sonrasında bu kaygı doğrultusunda hareket edilir ve buna göre projeler geliştirilebilirdi.
Bunun yapılmamış olması hâlâ büyük bir eksik olarak gözüküyor. Bu kaygısızlığıyla Ermenistan kendisinin ne denli bir ana kök olduğunun farkında değil ki Diasporadakiler'e de bunu hissetirebilsin.
Bu da gösteriyor ki Ermenistan elbette layık ama Ermenistan yönetimleri henüz Diasporalıya layık değil.
***
Ermenistan'ın Diasporalı bireyle kuracağı birebir ilişkinin Diaspora Ermeni'sinin kimliğinde ve kimliğin yeni cümlelerinin kuruluşunda oynayacağı rol çok büyüktür ve tartışmasızdır.
Bugün Diaspora'da açık tutulan Ermeni okullarının, dil kurslarının, sosyal ya da kültürel kurumların ya da diğer tüm kollektif faaliyetlerin yegâne amacı Ermeni kimliğini yeni kuşaklara taşımak, korumak ve mümkünse geliştirmektir. Bu amaç için milyonlarca dolar harcanır. Sonuçta elde
edilen, bilinen ama konuşul(a)mayan bir dil ile arada bir kilisesine giden ama o kadarla yetinen bir kimliktir.
Oysa diğer taraftan öyle bir gerçek vardır ki bunun gereğini yerine getirmek artık kaçınılmazdır.
O da Ermenistan'la Diasporalı'nın kuracağı moral diyaloğun bizatihi kendisinin en doğal okul olduğudur.
***
Diasporalı gencin bu okullarda okumamış, bu kiliselere gitmemiş olsa da bir kez Ermenistan denilen doğal okulla tanışması kimliği için çok şey
ifade eder.
Diaspora gencine on yıllar içinde eğitimle ve kiliseyle verilen Ermeni kimliğiyle, o gencin Ermenistan'ı bir kez ziyaret ederek edineceği kimlik arasında ikincisinin lehine ağır basan bir köklülük söz konusudur.
Bu dediğimizin ne denli doğru olup olmadığını denemek o denli pahalı bir şey değildir. Bir kenara ayırılacak üç beş kuruşla bir gencin yıllık tatilinin 15 gününü Ermenistan sokaklarında geçirmesi pekala sağlanabilir.
***
Ermenistan'ı ziyaret eden ve öncesinde Ermeni kimliğinden bir hayli de uzak gözüken gencin, 15-20 günlük bu sürede edinmiş olduğu kimliğin nasıl damardan absorbe edildiği görülecektir.
Artık o dakikadan itibaren gencin bu kimliğini dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun unutması bir daha olanaksızdır.
Gayrı o kimlik ona damardan şırıngalanmıştır...
Dolayısıyla gençler için Ermenistan'a özel seyahat turlarının düzenlenmesi birincil derecede kimlik kazandırıcı faaliyettir. Bu çalışmalar ne pahasına olursa olsun her yerde yıllık programların
başına alınmalıdır.
***
Ermeni kimliğin doğrudan Ermenistan'dan edinilecek cümleleri, kelimelerle anlatılamayacak denli zengin kazanımlardır.
Bu durum, saksıda yetiştirilmeye çalışılan narin bir bitkinin kendi toprağı, kendi suyu ve kendi güneşiyle tanışmasına da benzetilebilir.
Denemesi bedavadır... Herkese önerilir.

Radikal


Mahkemeye verilmesine neden olan cümlede yukarda. Bu cümleden mi bilmiyorum ama mahkum oldu, hatta AİHM'e gitti..

Posted: Sat Jan 20, 2007 12:03 am
by Ali Gursel
Ozgur Huseyinoglu wrote:
Ali Gursel wrote:
Alpay Dedeoglu wrote:Orhan Pamuk basligi altinda Hrant Dink haberinin olmasi
benim icin ayrica bir uzuntu. Ortak paydaları sadece yazar ve degindikleri
Ermeni meselesi kelimeleri o kadar.
Sevgili Alpay,

Ikisinin de 301 diye bir maddeden yargilandiklarini unutmussun ortak paydalari sayarken. Hani ben ortak payda hosgorusuzluk, dusunce ve ifade ozgurlugunden ne anlasildigi, imam cemaat iliskileri falan diye dusunuyorum da ondan eklemeden edemedim.

Bence en yakistigi yerdi Orhan Pamuk basligi bu cok uzucu haberin.

Ali
Turkiyedeki azinliklarla ilgili ettigi sozler Pamuk'un Nobel basligi altinda en onemli konulardan biriydi ama, Alpay gibi, ben de bu konunun ayri bir baslik altinda islenmesi gerektigini dusundugum icin ayirdim.

Cok yakindan bilmisligim, takibetmisligim yoktu kendisini. Ama burdan ve baska kaynaklardan gordugum birkac yazisi, ve bir TV programindaki ifadelerinden "Adam gibi adam" tabir edilen kisilerden oldugu, memleket icin bir "deger" oldugu kanisina varmam zor olmadi. Sozu edildigi gibi, uzlasmaya ulasilmasinda gercekten katkisi olabilecek (Pamuk'un kat ve kat otesinde) birisi olabilirmis, cok yazik memleket adina... Allah ona rahmet, hepimize sabir eyleye...
Sevgili Ozgur,

Basligin ayrilmasini elestirmek gibi bir niyetim yoktu, sadece bu iki olayin ne kadar baglantili oldugunu anlatmaya calisiyordum. Yoksa bu konu ayni baslikta konusulmus, ayrilmis, onun onemi yok.

CNN'den bir alinti ekleyeyim:

Andrew Finkel, a journalist in Turkey and a friend of Dink's, emphasized that Dink's killing was "a tragedy" for a country attempting to "come to terms with its past."

Finkel said resentment toward Dink existed among ultranationalist Turks, and the people who staged "ugly scenes" at his trials are the same ones who staged rallies directed at Orhan Pamuk, the Nobel Prize-winning Turkish writer who faced charges of insulting Turkishness as well.

Boldlu kisimda asiri milliyetci kesim icinde Dink'e karsi tepki oldugunu ve Dink'in mahkemesinde cirkin sahneler yaratan insanlarin Orhan Pamuk aleyhine gosteri yapan kisilerle ayni kisiler oldugunu yaziyor.

Benim anlatmak istedigim nokta su: devletimiz ve adalet sistemimiz 301. madde altinda bu insanlari Turkluk'e hakaret etti diye yargiliyor, sonra birileri cikip 301 tam beceremedigini, ya da AIHM'nin geri cevirebilecegi isi kendi beceriyor, sonra ayni devlet infial ve tepki icinde, bu nasil olur diye. Adami Turkluk'e hakaret sucundan yargilayan, mahkum eden, bu kesimin onune atan kim?

Alpay da sen de Dink ile Pamuk'u karsilastirmissiniz, birini daha degerli bularak. Dink ve Pamuk'un Turk toplumu icin su andaki onemleri uzlasmaya katkida bulunmak falan acisindan degil, bizim toplum olarak kendimizle ve devletimizle yuzlesmemize faydalari olabilir diye dusunuyorum.

Diger baslikta yazmistim, tekrar yazmak istiyorum. Bence gercek fikir ve ifade ozgurlugu ifade edilen fikrin iceriginden bagimsiz olarak savunulmasi gereken bir degerdir. Begenilmeyen fikirlerin karsiligi bunlari kaale almayarak olmalidir, ya da karsi fikir belirterek, yoksa soyleyeni kuculterek, onu mahkemeye cikartarak ya da vurarak degil. Bu konuda Pamuk'un da Dink'in de fikirleri ayni muameleyi hakediyordur. Ha, Pamuk'un fikirlerini begenmiyorsunuzdur, Dink'in fikirlerini begeniyorsunuzdur, o baska mesele. birini okumaya devam eder digerini kaale almazsiniz.

Temennim bu insanlari yargilayan, mahkum eden zihniyetin artik Turkiye'deki mucadelesini kaybetmesi ve yenilmesidir.

Ama tabii olan bu olmayacak, Hrant Dink'in ismi bir sokak ya da caddeye verilecek, bir meczup fail ya bulunacak ya bulunmayacak, bu arada Turkiye'de baskin ideolojiye aykiri birsey soylemek arzusunda olan herkes bir kendine gelecek, buyuk bir cogunlugu neme lazim deyip sesini kisacak, bize de aydin diye basini ele gecirmis para babalarina yaltaklanip hakim ideolojiyi tekrarlayan (bu arada prim yapmak icin Pamuk ve Dink gibilere saldiran) kose yazarlari kalacak.

Diger baslikta cogu kisi Pamuk'la ilgili niye sozlerinin ardinda duymadi gibi ifadeler kullanmisti. Sozlerinin ardinda durana ne oldugunu gorunce hala devam ediyor mudur o sorular?

Bakalim bir liderimiz cikip bu kursun Turkiye'ye atildi, ifade ozgurlugune atildi, cok uzgunuz gibi laflari gecip bu kursun nasil atildi, bu ortam nasil hazirlandi sorularini sorabilecek mi?

Bu konuda iyimser olan var mi?

Ali

Posted: Sat Jan 20, 2007 12:21 am
by Can Baysan
Ali Gursel wrote:bize de aydin diye basini ele gecirmis para babalarina yaltaklanip hakim ideolojiyi tekrarlayan (bu arada prim yapmak icin Pamuk ve Dink gibilere saldiran) kose yazarlari kalacak.
Dink'i, Pamuk'u savunan köşe yazarlarının sayısı, sizin altını çizdiklerinizden hayli çoğunlukta.
Burada mesele onu, bunu, şunu savunmak ya da savunmamak değil. Basının halini tartışacaksak bazı şeyleri açıklığa kavuşturmamız gerekiyor.
"Hakim ideoloji" diye vurguladığınız neyse, basın tarafından nasıl ve hangilerince palazlandırılmakta olduğunu açıklarsanız sevinirim.

Posted: Sat Jan 20, 2007 12:39 am
by Ozgur Huseyinoglu
Ismail Gezer wrote:Tartışmalı yazı dizisinin son üç bölümü
....
"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur.
...

Mahkemeye verilmesine neden olan cümlede yukarda. Bu cümleden mi bilmiyorum ama mahkum oldu, hatta AİHM'e gitti..
Meshur Papa fikrasi vardir hani, NY'a ziyarete gelir, gazetecilerin tuzagina dusmesi uzerine, ertesi gun gazete mansetleri: "Papa'nin iner inmez sordugu ilk soru: NY'ta genelev var mi?" diye... O hesap, yukardaki cumleyi, konu butunlugunden ayirirsaniz, tutup "Turk = zehirli kan" (ve hatta, "Turk kani bosaltilmali") filan gibi ucuk kacik, asil soylenmek istenenden ilgisiz sonuclar cikarmak kolay olacaktir eminim. Bu cumleyle, korpe beyinleri zehirlemek de, kolay olacaktir. Obur yazida soylendigi gibi, bassavcinin cabalarinin yeterli olmamasi cok yazik olmus bence.

...
Ali Gursel wrote:Sevgili Ozgur,

Basligin ayrilmasini elestirmek gibi bir niyetim yoktu, sadece bu iki olayin ne kadar baglantili oldugunu anlatmaya calisiyordum. Yoksa bu konu ayni baslikta konusulmus, ayrilmis, onun onemi yok.
Teknik olarak ayirmis olan ben oldum da, aciklamasini yapmis olayim istedim, benim de ozellikle "elestiriye karsi savunayim" derdinde oldugum yoktu.
Ali Gursel wrote:Alpay da sen de Dink ile Pamuk'u karsilastirmissiniz, birini daha degerli bularak. Dink ve Pamuk'un Turk toplumu icin su andaki onemleri uzlasmaya katkida bulunmak falan acisindan degil, bizim toplum olarak kendimizle ve devletimizle yuzlesmemize faydalari olabilir diye dusunuyorum.
Ancak, ben burdaki ayrimi onemli bulmustum yine de. Soyledigim gibi, Dink'i cok takibetmedim. Ve aslinda Pamuk'un o meshur roportajini da en basindan sonuna okumus olmadigim icin, yukarda kendi elestirdigim hatayi yapmis da oluyorum, cok iddiali konusmak istemiyorum o acidan ama, fikirlerin anlatilmasi, yansitilmasi konusunda, "samimiyet" bence cok onemli bir yer aliyor. Ve iste, dedigim gibi, bu sInIrli takibetmisligim kadariyla, Dink, bana cok daha samimi gorundu.
Ali Gursel wrote:Diger baslikta yazmistim, tekrar yazmak istiyorum. Bence gercek fikir ve ifade ozgurlugu ifade edilen fikrin iceriginden bagimsiz olarak savunulmasi gereken bir degerdir. Begenilmeyen fikirlerin karsiligi bunlari kaale almayarak olmalidir, ya da karsi fikir belirterek, yoksa soyleyeni kuculterek, onu mahkemeye cikartarak ya da vurarak degil. Bu konuda Pamuk'un da Dink'in de fikirleri ayni muameleyi hakediyordur. Ha, Pamuk'un fikirlerini begenmiyorsunuzdur, Dink'in fikirlerini begeniyorsunuzdur, o baska mesele. birini okumaya devam eder digerini kaale almazsiniz.
Iste bu konuda dedigin gibi 301'in onemi buyuyor sanirim. Ozan uzunca yazmisti yanlis hatirlamiyorsam, bu 301 sacmaligi yuzunden, samimiyetine inanmadiginiz, saglam/inanilir bulmayip, begenmeyeceginiz fikirleri kaale almama olasiliginiz kalmiyor. Cunku, isitilip isitilip, bu davalar yuzunden onunuze getiriliyor.
Ali Gursel wrote:Bu konuda iyimser olan var mi?
Kararsizim. Bir yandan, uygarlasma denen olayin, zaman icinde, butun insanligin parcasi olarak, kacinilmaz sekilde bizi de etkileyecegini dusunuyorum. Ama bir yandan da, yeni nesillerde, vicdani sorumluluklarini ciddiye almayanlarin, toplum bilincini, "benmerkezci" yaklasima terkedenlerin oraninin giderek arttigini gordukce, umudum golgeleniyor.

Posted: Sat Jan 20, 2007 12:39 am
by Ismail Gezer
Siyasi cinayetler geçen sene Lübnan'ın başına bela oldu, bu senede bizi karıştırmak istiyorlar, ben buna inanıyorum..

Kamplaşmaya, cepheleşmeye bayılıyoruz!

Sen ne biçim Atatürkçüsün?

Sen ne biçim müslümansın?

Sen ne biçim Türksün?

Sen ne biçim demokratsın? Falan filan..

Herkes kendisine benzemeyenden nefret etmek için fırsat kolluyor. Böyle düşünmeyen fazla insan yok maalesef.

Kim daha güzel hakaret ediyorsa, kim daha güzel bağırıyorsa, kim daha sağlam tabuların arkasından konuşuyorsa o hep haklı!

Cepheleşmeye bu kadar müsait bir ortam sözkonusu olunca, sembol niteliğindeki bir cinayet ortalığı karıştırmaya yetiyor..